10 Ocak 2021 00:00

‘Aslolan sistem sorunudur’ demek yeter mi?!

Recep Tayyip Erdoğan oy kullanma kabininden çıkıyor

Fotoğraf: Can Erok/DHA

Paylaş

En son örneğini Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım niyetine rektör atanmasında gördük; niteliği bir yana, en asgari temsil, katılım ve seçme-seçilme hakkını dahi ‘gereksiz’ ya da ‘fazlalık’ olarak gören bir iktidarla karşı karşıyayız. Kayyım atamayı, HDP’li belediyelerin tasfiyesine yönelik bir mekanizma olarak bilirdik değil mi? Değil artık. ‘Orada’ başlandı ve ‘terör ve bölücülük’ maymuncuğuyla kanıksatıldı, olağanlaştırıldı. Şimdi Boğaziçi Üniversitesi’ndeki özerk ve demokratik birikimin tamamen tasfiyesi için en pratik yol olarak kayyım devreye sokuluyor yine. Bu bir yönetme biçimi. Vesayetse vesayet, vesayetin dibi hem de!

Burjuva parlamenter biçimlerinin geçersiz kılınıp sistem içi muhalefet unsurlarının bile ‘ulusal güvenlik sorunu’ olarak ilan edildiği bir ‘özel’ dönem bu. ‘Milli Güvenlik’ konusunda ne kadar ‘hassas’ olduğu tartışılmaz ‘Millet ittifakı’nın bir ‘güvenlik sorunu’ olarak bellenmesi, iktidarın demokratik standartlarının nasıl bir cendereye işaret ettiğinin göstergesi sadece. Ekonomik krizin halka yüklenmiş tahammül edilemez ağır yükü ve (el alem aşı vurdurmaya başlamışken, ‘aşıda dikkat edilecek hususlar’, ‘aşı odaları’, ‘yerli aşı geliyor’ vb. oyalamacalarla sürdürülen) pandemi kuşatması da eklenince, rejimin gerçekten de özel ve özgün siyasal karakteri ortaya çıkıyor.

DÜŞLENEN KONSEPT GÜZEL DE, ‘OLSA DÜKKAN SENİN’!

İşte bu ahval ve şerait içinde, kan kaybettiği bilinen iktidarın artık ‘yolun sonuna geldiği, bittiği, yönetemez olduğu’ şeklindeki yaygın ön kabulden hareket edilip, “hükümet nasılsa gidiyor, yerine ne gelecek ona bakalım” sonucuna ulaşılabiliyor. Soldan muhalefetin mimarisi buradan kurulunca da mevcut rejimin özgün karakteri gelip geçmiş hükümetlerle aynılaştırılmış oluyor. Ona karşı mücadelenin özgünlükler barındırabileceği gerçeği de solun dağarcığında hep hazır bulunan kalıplar içine hapsedilip öteleniyor böylece.

Bir süre önce, çıktığı tv programında “Tek ortak noktası, tek adam rejimini ortadan kaldırmak olan muhalefet bir heyecan yaratmıyor” diyordu bir sol grubun temsilcisi. Ekliyordu sonra: “’Tek adam rejimine karşı birleşelim’ birleştirici bir eksen değildir. Topluma cesaret aşılamak gerek. Bu halk ayağa kalkacaktır mutlaka ama üç beş Erdoğan yanlısı zengin gitsin diye ayağa kalkacaksa bir şey değişmez...”  

Söylem olarak kulağa hoş geliyor. Hem keskin, kâfi miktarda da iç soğutucu. Haklıdır da, sömürü sistemine cepheden vurmaya karşı çıkacak değiliz elbette. Ama bugün önerilecek devrimci siyaset bundan mı ibaret olur? Sömürü sistemine cepheden karşı olmayan ya da sistemin yıkılmasını temel almayan, işbaşındaki iktidar değişikliğiyle sınırlı muhalif eksenler hiç mi gözetilmemelidir?

Bu halk ayağa kalkacaktır ama sadece AKP iktidarını hedefleyen bir halk hareketi bir şey değiştirmeyecektir, yazık olacaktır demektedir arkadaşımız. Halk ayağa kalkmış, AKP düzeni yıkılmış ama ‘şu sömürü düzeni değişmedikten sonra neye yarar ki’ diye hayıflanmaktadır. Bu kıtlık kıranda, mükellef bir sofra kurulmadan yemem, üstüne de tatlı isterim denmektedir. Düşlemek güzel tabi. Bu durumda halka da ‘olsa dükkan senin’ demek düşecektir herhalde!

Sistem eleştirisi adına, böylesine ‘steril’ bir yaklaşımla yol alınabilir mi? Toplumsal mücadeleler pratiği açısından da ayakları havada bir kestirmeciliktir bu. Halk hareketlerinin sonuçları önceden birebir öngörülemez öncelikle. Her mücadelenin, hareketin farklı koşul ve dinamiklerin şekillendirdiği kendine özgü diyalektiği vardır ve hiç bir mücadele öngördüğü hedeflerle birebir örtüşen sonuçlarla sınırlanmaz. Fazla ya da az, ileri ya da geri sonuçlar doğurabilir. Kağıt üzerinde yol haritaları belirleyip sosyal siyasal pratiğin de buna göre sonuçlar doğuracağına saplanıp kalmak, sonuçta halk hareketlerini bile baştan küçümsemek gibi bir ‘ukalalıkla’ malul bıraktırır. Soldan örneklerini görebiliyoruz; tek adam rejiminin halk muhalefetiyle gönderilme olasılığı bile küçümsenebiliyor.

DEVRİMCİ SİYASET VE ‘SON TAHLİL’ DOĞRUSU!

Bırakalım halk hareketini, tek adam rejimiyle sınırlı hedefiyle (ki bu da eklektik ve eleştiriye açıktır) tarif edilen düzen içi muhalefete böylesine bodoslama bir yaklaşım bile tartışılmalıdır aslında. Bu köşede de çokça CHP ya da Millet ittifakı eleştirisi yapılmıştır, yapılacaktır da kuşkusuz. Ama ‘ha AKP/MHP iktidar bloku, ha Millet İttifakı muhalefeti, yoktur birbirinden farkları’ kestirmeciliğinden hareketle, ‘tekçi rejim’e karşı oluşmuş bu muhalif ekseni iktidarla eşleştirmek doğru bir okuma olmasa gerek.

Genel bir sistem eleştirisi çerçevesinde yani ‘son tahlil’de doğrudur elbette ama devrimci siyaset sadece ‘son tahlil’ doğrularına göre kurulabilir mi? Kurulur diyenler, son İstanbul seçimlerinde kime neden oy verdiklerini hatırlamalıdırlar en azından! Bahsettiğimiz sol temsilci, ‘biz CHP’ye oy vermedik’ diyebilir belki ama bu da tek adam rejimine karşı İstanbul’da farklı güçleri (Kürtlerle milliyetçi İyi Partilileri bile) aynı hizaya getirebilen hedefin doğurduğu ‘heyecanı’ inkâr etmeye yetmez herhalde. ‘Halkta heyecan doğurmuyor’ dediğiniz tek adam rejimine karşı mücadelenin yerine önerdiğinizin doğurduğu ‘büyük heyecanı’ kanıtlamalısınız o halde!

Hiç de yanlış değildi İstanbul birlikteliği, ihtiyaçtı ve ihtiyaç yanıt buldu. Bir sosyalistin İmamoğlu’na oy vermesinin ‘kitabî’ bir gerekçesi yoktur belki ama dönemin özgünlüğü yeterince ikna edici bir gerekçe değil midir zaten?

SAPLANIP KALMA SİYASETİNİN SEMPTOMLARI!

Sıradanlaştırıp küçümsemeyelim; ‘Cumhur’ iktidarı öylesine bir burjuva parti hükümeti değildir. Hele gelinen noktada  hiç değil. (Başlı başına bir konudur deyip hatırlatmakla yetinelim; sosyalistler açısından kilit önemde olması gereken işçi sınıfı üzerinde hâlâ sürmekte olan AKP hegemonyası da özellikle önemlidir.) Elbette işçilerin emekçilerin örgütlülüğü için vardır sosyalist hareket. Ama böyle diye, düzen içi muhaliflerle iktidar arasındaki çelişki ve mücadeleye bakıp ‘yoktur birbirlerinden farkı’ demekle yetinmemek gerek. Bunu vurgularken, örneğin ‘millet ittifakı’nı eleştirmekten asla imtina edilmemesini kayıt düşmek bile gereksizdir herhalde. Tersine, iktidara karşı muhalefette açmazlarını, çelişkilerini, tutarlı olamamalarını eleştirmekten asla kaçınılmamalıdır.

Ez cümle; sınıf hareketinin bugünkü düzeyi, emek ve demokrasi güçlerinin örgütlü niteliği, niceliği, mevcut siyasal güç dengeleri gözetildiğinde ve hele faşizmin inşası giderek daha çok telafuz edilirken, siyasal pratiğimizin parolası ‘aslolan kapitalizmin yıkılmasıdır’ gibi hiç bir koşulda, hiç bir dönemde itiraz edilemeyecek bir ‘doğru’dan ibaret kalamaz. Elbette aslolan odur ve hele pandemi koşullarında hiç olmadık denli ortaya çıkmış sınıfsal keskinliklerle bu daha da görünür olmaktadır. Ama “aslolan sistemin yıkılmasıdır, gerisi boştur” türünden, kayıtsızlık, küçümseme, ukalalık vb. semptomlar üreten bir saplanıp kalma durumunun da sosyalistler içi bir iç soğutma hali dışında sonuç üretmeyeceği açık olsa gerektir.

Müktesebat doğrularımızın meali, böylesine karikatürize tercümelere bırakılmamalıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa