10 Ocak 2021 23:30

Siyasette sandığın aşamalı ilgası

fotoğraf:pexels

Paylaş

Askeri darbelerle siyasal alanı fazlasıyla örselenmiş olan Türkiye, epey bir süredir ‘darbe tehdidi’ söylemi ile yaratılan manipülasyon ortamında seçim sandığının rutin işleyişinin eğilip büküldüğü, fiilen de bir kabuğa dönüştürülmeye çalışıldığı bir dönemi yaşıyor.

Bu eğilim ilk işaretlerini AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren göstermeye başladı. ‘Açın Türkiye’nin önünü’ sloganını kullanan, Cem Uzan liderliğindeki Genç Parti, AKP’nin tek başına iktidar olduğu 3 Kasım 2002 seçimlerinde 7.25 oy olarak, o seçimlerin ikinci büyük sürprizini yaptı. Ardından hakkında çeşitli mahkumiyet kararları verilen ve tüm şirketlerine TMSF tarafından el konulan Uzan, siyasi sığınma hakkı aldığı Fransa’da yaşamaya başladı. Cem Uzan ya da Genç Parti derken, gerçekten Türkiye’nin önünü açacak bir seçenekten mi bahsediyoruz? ‘Değil’ yanıtı vererek devam edelim. Ama zaten mevzumuz bu da değil. Mevzu, AKP’nin ve Erdoğan’ın kendi iktidar yürüyüşünde olası bir tehdit olarak gördüğü parti, kişi, siyasal figür, gazeteci, gazete, televizyon, hak savunucusu kim varsa çeşitli enstrümanlarla tasfiyesine girişildiği bir tarihi yaşıyor oluşumuz.

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun iktidar tarafından hedef haline getirilmesiyle ilgili 8 Ocak günü Twitter hesabından da paylaştığı şu cümle bu açıdan iyi bir özet: “Canan Kaftancıoğlu olarak CHP İstanbul İl Başkanı seçilene kadar tek bir aleyhe suçlama, iddia ve dava ile karşılaşmadığımı, bütün bunları sadece ve sadece siyasi nedenlerle yaşadığımı biliyorum.”

Kürt sorununa dair ‘açılım’ söylemi ile desteklenen sürecin iktidar tarafından terk edilmesiyle birlikte HDP açısından da -önceli partilerde olduğu gibi- sandık hukukunun, iktidar tercihleriyle uyumlu yargı kararlarıyla ilga edildiği bir süreç başladı. Erdoğan’ın Kobanê eylemlerine dair HDP’yi hedef alması, CHP’nin de bu süreçte dokunulmazlıkların kaldırılmasına destek vermesiyle birlikte, Selahattin Demirtaş, 4 Kasım 2016’da HDP Eş Genel Başkanıyken gözaltına alındı ve tutuklandı. Aynı gün gözaltına alınan çok sayıda isimden Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ, HDP Milletvekilleri Selma Irmak, Ferhat Encü, İdris Baluken, Abdullah Zeydan ile DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel de tutuklandı.

Ardından AİHM 20 Kasım 2018’de, Demirtaş’ın haklarının ihlal edildiğine, siyasi nedenlerle tutuklandığına karar vererek, derhal tahliyesini istedi.

Ancak, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi, 30 Kasım 2018’de AİHM kararının kesin nitelikte olmadığını iddia ederek, tahliye talebini reddetti. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da, “AİHM’nin verdiği kararlar bizi bağlamaz. Biz karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” demişti. Bu konudaki tartışma sürerken, Demirtaş’ın İstanbul’da 2013’te yaptığı bir konuşma gerekçesiyle, Sırrı Süreyya Önder ile yargılandığı dava kesin hükme bağlandı. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesinin Demirtaş’a 4 yıl 8 ay, Sırrı Süreyya Önder’e 3 yıl 6 ay ceza içeren kararı istinaf mahkemesi tarafından hızla onandı. Böylece Demirtaş, AİHM’nin karara bağlamadığı bir başka dosyadan hükümlü hale geldi.

Ve son olarak AİHM, 22 Aralık 2020 tarihindeki kararı ile Demirtaş’ın ifade, özgürlük ve güvenlik ile serbest seçim haklarının ihlal edildiğine hükmetti ve derhal serbest bırakılması çağrısında bulundu.AİHM, dokunulmazlıkların kaldırılmasının da anayasa değişikliği hakkının kötüye kullanılması anlamına geldiğini belirterek, diğer tutuklu HDP’lilerin de serbest kalmaları gerektiğine işaret etti.Erdoğan, bu karardan sonra da, Demirtaş’ın serbest bırakılmayacağının ilanı anlamına gelen açıklamalar yaptı. Ardından, Demirtaş’ın tahliyesine dair başvuru da Ankara 7. Sulh Ceza Mahkemesince reddedildi.Ve Demirtaş’ın, halen tutuklu olduğu Kobanê olaylarına dair soruşturma, AİHM Büyük Dairenin kararından 10 gün sonra tamamlandı. 31 Aralık’ta, Demirtaş ve Yüksekdağ’ın yanı sıra eski HDP milletvekillerini de kapsayan 108 kişi hakkında düzenlenen iddianame, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi.Ve tam bu süreçte Boğaziçi Üniversitesine AKP’den aday adayı olmuş bir ismin rektör olarak atanmasına karşı güçlü bir direniş gösteren Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin itiraz gerekçeleri 2002’den beri yaşadığımız, keyfe göre sandığın ilgası pratiklerine bir yanıt oluşturdu: ‘Seçmediğimiz rektörü istemiyoruz.’

Sandıktan çıkan ve kendin için risk oluşturabileceğini düşündüğün partileri kapattırmaya yeltenmek, belediyelere kayyum atamak, daha önce hakkında dava açılmamış isimleri davalara boğmak, emrine tabi olmadığı için yayın hayatına başlayan bir televizyona 1 ay bile yaşam hakkı tanımamak, son olarak dernekleri de hedef almak…Bağlarken hatırlatalım: ABD’de seçimi kaybeden Trump etrafında girişilen faşist kalkışma, Türkiye açısından da dersler içeriyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa