Boğaziçi, gençlik ve demokrasi…

Türkiye’nin her anlamda en gelişkin üniversitelerinden olan Boğaziçi’de gençler sonunda dayanamayıp ayağa kalktılar geçen hafta. Okullarıyla kendilerine ve geleceklerine sahip çıktılar. Artık hemen her az-çok kitlesel hak arayışında olduğu gibi, Boğaziçili gençlerin hak mücadelesi de siyasallaştı. Gençlerin hak arayışı, daha başlarken tek adam rejimiyle karşı karşıya geldi. Nedeni, tek adam rejimi ve üniversiteleriyle geleceklerini ellerinde almak üzere gençlere kayyum-rektör dayatmasıydı. Gençler rejime karşı muhalefet etmiş oldular. Karşılarında da tüm hışmıyla rejimi ve temsilcileriyle adamlarını buldular. Tabii, arkalarına da, en ileri olanları eylemli destekleri ve sendikaları ve partileriyle işçilerin ileri bölüklerini, başka üniversitelerden genç kardeşleri ve hocalarıyla bütün muhalefeti aldılar.

Boğaziçili gençler, apaçık ki, geçen hafta Türkiye’nin gerçek muhalefetiydiler. “Muhalefet, ‘Hele seçim geldiğinde görün siz bizi’ tafrası ama yarattığı koyu bir beklenticilikle tek adam rejimine karşı sadece laf üretip hareketsizlik/muhalefetsizlik önerip yayan burjuva muhalefet türünden değil, ama böyle olur” demiş oldular.

Aynı şeyi bir süre önce barolarıyla avukatlar yapmıştı. Sendikaları ve meslek örgütleriyle sağlık emekçileri ve doktorlar yapıyorlar. Kadın cinayetleri ve İstanbul Sözleşmesi’ni savunarak kadınlar da. Rantçı rejimin ruhsat dağıtmasıyla yurtlarını talan eden maden şirketleri ve HES’lere karşı harekete geçen köylüler ve krizle pandeminin tek adam rejiminin pekiştirdiği sonuçlarıyla geçinemeyip grev ve direnişlere yönelen işçilerle tepkilerini ortaya koyan emekçi halkın geri kalan kesimleri de.

Sorun, burjuva muhalefetin yaydığı beklenticiliğin de katkısıyla, halk muhalefetinin, şimdilik birleşemeden lokal kalması ve bir orada, bir burada patlayıp yolunu açıp ilerleyemediği için duralayıp geri çekilmesidir. Ve tabii ki, kendi siyasallığının yeterince farkına varmadığı kadar, genelleşip ilerlemesi bakımından şart olan yeterli örgütlülük düzeyine sahip olmayışıdır. Karşıt tepkilerin de teşvik edici katkılarıyla herhalde bu durum aşılacaktır.

Rutin bir atamayı üniversitelerimizi karıştırmak için fırsata çevirenleri hep birlikte takip ediyoruz. Terör örgütü iltisaklı kişilerin en ön safta yer aldığı bu tür eylemlerin demokrasiyle hak arayışıyla fikir ve ifade özgürlüğüyle uzaktan yakından ilgisi yoktur.” -Bunu, Erdoğan söylüyor. Ama en başta Boğaziçili gençler bunun gerçekle ilgili ve doğru olmadığını biliyor.

Üniversiteleri karıştıran, iktidarın üniversiteleri gençlerin ve bilimin elinden alma tutumudur. Atanan rektörün bilimle en küçük bir ilişkisi olmadığı, ama bilimi ve üniversiteleriyle kendilerinin bugünleri ve geleceklerini gerici bir siyasetle ezmek üzere görevlendirildiğini gördükleri için ayağa kalktı gençler. Hem de üniversitelerinin tüm yerleşik demokratik gelenek ve kurallarını çiğneyen bir dayatmayla karşı karşıya bırakıldıkları için.

Hangisi demokrasidir? Hangisinin demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur? Öğrencilerin üniversitelerinin yönetiminin ortaya sandık konup seçilmesini istemeleri mi, yoksa işine geldiğinde bütün seçimleri kazanarak sandıktan hep kendisinin çıkmasıyla övünen Erdoğan’ın bir tane bile oy almamış bir rektör atama dayatması mı? Demokrasi ile en küçük bir ilişkisi olmayan, “milli irade” ve “üstünlüğü” masallarını tuzla buz eden atamacılık ve kayyum dayatmalarıdır!

Atamacılık ve genel olarak dayatma ve dikte, her şeye ben karar veririm, benim dediğim olur/olacak tutumu siyasal tekelciliktir, net olarak kapitalist tekelerin eğilimidir. “Serbest piyasa” ve sözde ondan türeyen liberalizm ve hele neoliberalizmin liberal bir içerik taşıdığı sanısı, tekelci kapitalizmde laftan ibarettir! Tekel, ekonomide egemenlik; pazarların, fiyatların vb. denetim altına alınmasıyken, bu, siyasete, tamamen bir gericilik eğilimi olan her şeyi tekeline alma ve merkezileştirme, tüm yetkileri tekelinde toplama olarak yansır. Bu gericilik eğiliminin yoğunlaşmış ifadesine ise faşizm deniyor!

ABD’deki süreç bizi şaşırtmıştır” diyen C.Bşk. yine doğru söylemiyor. Uyguladığı, Trump’ın beceriksizce eline yüzüne bulaştırdığıdır.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Gabar petrolü sömürüsü: 1 milyon liralık üretime  6 liralık ücret

Gabar petrolü sömürüsü: 1 milyon liralık üretime 6 liralık ücret

Saray iktidarının “Milletimiz zenginleşecek” propagandasını yaptığı Gabar petrolünün arkasında ağır bir işçi sömürüsü var. Günde 12 saat çalışma, taşeronlaştırma, sendikasızlık, yoksulluk sınırının yarısı bile etmeyen ücretler… Öyle ki sadece 12.5 saatlik üretim tüm işçilerin ücretini karşılıyor, geri kalan patronların kasasına akıyor.

Şırnak’ta bir günde çıkarılan petrol, Batman’da çıkarılanın yüzde 87 fazlası.

Serbest piyasada ham petrolün varil fiyatı yaklaşık 75 dolar.

İşçiler iki günde çıkarılan petrol kadar ücret alsaydı aylık ücret 160 bin lira olurdu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et