Biçimsel karşılaştırmalar: Kubbe ve Devlet

Eskiz: Süleymaniye Camii, Le Corbusier, 1911

Hükümdarın yetkisini sınırlayan ve onu belirli bir sözleşmenin tarafı haline getiren Sened-i İttifak tarihçiler ve kamu hukukçuları tarafından sık sık 1215’te Kral John ve baronları arasında imzalanan Magna Carta Libertatum’a benzetildi. Osmanlı tarihini Batı Avrupa tarihinin karikatürize edilmiş bir hikayesi içine yerleştiren bu çabalar devlet biçimleri karşılaştırmalarında hâlâ sıklıkla rastladığımız bir tavra denk düşüyor. Oysa biçimleri, biçimsel benzerlikler ve farklılıkları karşılaştırmak olguları anlamamız önünde bir engel teşkil edebilir. Bu sorunun güzel bir örneğini mimari tarihi sunuyor.

Doğan Kuban “Sinan’ın Sanatı ve Selimiye” adlı kitabında Mimar Sinan’ı Avrupa-merkezci bir sanat tarihi içinde tanımlamanın ne kadar güç olduğuna dikkat çeker. Kubbe dünyanın çeşitli yerlerinde rastlanan evrensel bir biçimdir:

“[…] Dünya mimari tarihinin vazgeçilmez simgesel ve işlevsel biçim düzenleri vardır: Kubbe, avlu ve çoğu kez avluyla birlikte varolan revak bunların başında gelir. Avlu ve revak daha çok dış mekân belirleyicidir. Kubbe ise iç mekân yaratıcısıdır ve dış biçimiyle en güçlü mimari işaretlerden biridir.” [1]

Ancak aynı zamanda kubbe farklı toplumlarda farklı mimari tavırların ifadesidir:

“Kubbesel yapı, basit plan şemalarına indirgendiği zaman, her ne kadar birbirine yakın görüntülere bürünüyorsa da, gerçekte Ayasofya ile Beyazid Camisi ya da Süleymaniye ya da Şehzade Camisi ile San Pietro ya da Cenova’da Santa Maria del Carignano ve Londra’da Saint Paul birbirinden farklı mekânsal ve biçimsel ‘kavram’ların ifadesi olarak ortaya çıkmakta ve sadece birbirlerinden uzak dünya görüşlerini değil, karşı üslupsal tavırları da simgelemektedirler... Kubbenin strüktürel biçimini içeride ve dışarıda aynen koruyan ve bu biçimi yarım küre olarak dondurmuş Osmanlı üslubunun, Sinan’ın yapılarıyla, kubbeli yapıya değişik bir statü ve kimlik kazandırdığı açıkça görülür.” [2]

Kuban’ın yaklaşımı bir yandan kubbeyi evrensel bir mimari öğe olarak nitelerken, diğer yandan Sinan’ın eserlerinde kubbeyle örtülü çardağın nasıl evrim geçirdiğini inceler. Yazılı bir kuramsal metin olmadığı için Kuban “Sinan’ın Yazılmamış Mimari Kuramı”nı binaların yapısal incelemesinden elde eder. Bu anlamda Kuban’ın uğraştığı sorun Osmanlı siyaset tarihinin durumuna benzer. Ortaya çıktığı tarihsel bağlam kurcalanmadan, 17. yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’da ortaya çıkan toplum sözleşme kuramını temel kabul eden bir tarihyazımı 19. yüzyılda ayan ve padişah arasındaki bir sözleşmeyi yorumlamamıza ne kadar yardımcı olabilir? Kuban gibi, “Osmanlı siyaset kuramları” diye bir başlıktan mahrumsak Osmanlı düşünceler tarihini Batı Avrupa’yla nasıl karşılaştırabiliriz? Kuban’ın yöntemi bu sorulara bir ölçüde yol gösteriyor, ancak mimari tarihyazımının Batı-merkezciliğinden tamamen kurtulamıyor:

“Osmanlı kültürü Hıristiyan-Müslüman, Batı-Doğu karşıtlıkları içinde değerlendirilir. Bu karşıt çiftler, temelde ortaçağ kavramlarının günümüze dayanması anlamına gelir. Braudel Akdeniz çevresinin ortak tarihini yazarken bu handikapı aşmaya çalışmıştı. Osmanlı ve Rönesans mimarileri arasında bir karşılaştırma yaparken, bağımsız mimari kavramların varlığı konusunda kuşku duyulması doğaldır. Çünkü uygulamadan bağımsız kavramsal bir mimari ve ona dayalı soyut ilkeler ve ölçütler olamaz. Sanat tarihi ve estetik kuramları, eleştiri ilkeleri sanat yapıtı olmadan ortaya çıkamaz. Sanat tarihi yazımına egemen olan bütün kuramsal çerçevenin Batı sanatının gelişmesi üzerine oluşu, yukarıda değindiğim gibi, bu konudaki değerlendirmeleri zorlaştırmaktadır. Batı kültürü içinde yetişenler Rönesans’ı çağdaş evrensel kültürün temeli, Osmanlı kültürünü ise dinsel bir ortaçağ kültürü olarak algıladığı ve bellediği için, Sinan’la Michelangelo’yu yan yana koymak, Batılı aydın ve sanat tarihçileri için, semantik bir abartma olarak görülebilir. Bu endişe tümüyle temelsiz değildir. Ne var ki, değişik kültür ortamlarının hangi sınırlarda birbirinden ayrıldıklarını öğrenmeden daha evrensel ölçütlere ulaşmak olasılığı da yoktur. Bu amaçla, daha evrensel ölçütler ve hoşgörüler oluşana kadar bu karşılaştırmayı, Batılı terminolojiyle de olsa, yapmak yararlı olacaktır.” [3]

Günümüzde beliren küresel tarihyazımı Kuban’ın şikayet ettiği sorunları aşmak için ciddi olanaklar sunuyor. Mimar Sinan’ı “Rönenans mıydı, Barok muydu” gibi dar bir kavramsal çerçeve içine sıkıştırmaya çalışmak, sıkıştıramayıp “O zaman bunu da Osmanlı veya İslam mimarisi olarak tanımlayalım" demek sanat tarihi için ancak geçici bir çözüm olabilir. Sanat tarihi içinde “Batılı olmayan” biçimlerin araştırılmasına alan açar, ancak temel analitik kavramların iyice şemalaştırılmış bir Batı tarihyazımından türetildiği gerçeğini değiştirmez. Modern mimarinin öncülerinden Le Corbusier Süleymaniye’yi defterine çizerken Sinan’ın üslubunun “modernliğine” hayret ediyordu. Biçimler yanıltıcı olabilir. Sened-i İttifak Magna Carta’ya benziyor muydu diye kafa yorarken, Magna Carta’nın Avrupa tarihyazımında hangi ideolojik işlevleri gördüğünü gözden kaçırmak bu işlevleri Osmanlı tarihyazımına aktarmaktan sakınamaz.

[1] Doğan Kuban, Sinan’ın Sanatı ve Selimiye, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İkinci Basım, 1998, s.37.
[2] A.g.e., s.42.
[3] A.g.e., s.202.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Vergide sahte sefer

Vergide sahte sefer

Maliye Bakanı Şimşek’in servet sahiplerinin vergi ödememesine tepkiler üzerine ilan ettiği “vergi denetimi seferberliği”nden koca bir hiç çıktı. Müfettiş yetersizliği nedeniyle şirketlerin sadece yüzde 2’si denetlendi. Sınırlı denetimde bile kaçırıldığı tespit edilen vergi tüm şirketlerin ödediği kurumlar vergisinin yarısına erişti. Vergi yükü her zaman olduğu gibi bordro mahkumu emekçinin sırtında kaldı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Suriye’de Aleviler hem katledildiler hem de “Esed artığı”, “mezhepçi fitne”, “provokatör” gibi suçlamalara maruz kaldılar.

Evrensel'i Takip Et