14 Ocak 2021 04:20

Kuralsızlık kalkanı

Çarklar

Görsel: Pixabay

Paylaş

Genel olarak bir toplumda yasalara, önceden belirlenmiş kurallara uyulmasının gerekli ve zorunlu olduğu kabul edilir. Kurallara uyulmadığı zaman çeşitli yaptırımlar ya da cezaların gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Ancak söz konusu yasalar ya da kurallara herkesten önce uyması gerekenler, özellikle de kural koyma yetkisi olanlar uymamaya başlarsa bütün işler değişir.

Kuralları koyanlar bu kurallara uymadığı zaman kuralsızlığın yaygınlaşması, evde, sokakta, işyerinde ve ülke yönetiminde kendini güçlü görenlerin kural tanımaz şekilde davranmaya başlaması kaçınılmazdır. Bu durum kimi zaman yargı kararlarının uygulanmaması şeklinde olurken, kimi zaman da iktidar temsilcilerinin kendilerini mahkemelerin yerine koyarak hüküm vermesi şeklinde karşımıza çıkıyor.

İktidar tıpkı salgın sürecinin yönetiminde olduğu gibi, aylardır ağır ekonomik sorunlar karşısında çaresizlik içinde çırpınan milyonların taleplerini görmezden gelmeye devam ederken, en küçük tepkileri bile şiddet ile bastırma eğilimini sürdürüyor.

Son dönemde uğradıkları haksızlıklar karşısında hakkını arayanlar, iktidarın baskı politikalarına karşı çıkanlar ya terörist olmakla ya da ‘teröristlerin’ oyununa gelmekle suçlanıyorlar. İş o noktaya geldi ki, iktidar gibi düşünmeyen, iktidarın haksız uygulamalarını eleştirilen herkes ‘terörist’ olarak damgalanıyor. İşten atıldığı için direnişe geçen, hakkını aradıkları için gözaltına alınan, evine ekmek götürememekten yakınan emekçiler, üniversitelerinde ‘kayyum rektör’ istemeyen öğrenciler, iktidarın uygulamalarını eleştiren muhalefet partilerinin yöneticileri dahil hemen herkes ‘terörist’ suçlamasıyla karşı karşıya kalabiliyor.

Türkiye’nin ekonomik sorunları daha önce hiç olmadığı kadar ağırlaşırken, bu durum karşısında çözüm üretmeyen iktidar, siyasal baskı ve şiddet ortamını günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası haline getirmeye başladı. Teorik olarak herkese eşit koşullarda uygulanması gereken en temel yasa ve kurallar bile iktidar ile kurulan ilişkinin biçimine göre farklı işleyebiliyor.

Ülke yönetimindeki otoriterleşme eğiliminin benzeri, çalışma yaşamında da görülüyor. Patronlar, kendi çıkarlarının koruyucusu olan iktidarın teşvik ve desteğini arkalarına alarak astıkları astık, kestikleri kestik istediklerini yapıyorlar. Pandemi koşullarında işsizlik tehdidini her an enselerinde hisseden işçileri tamamen köleleştirecek uygulamalar kolaylıkla hayata geçirebiliyor. Kağıt üzerinde işten çıkarma yasağı olmasına rağmen hakkını arayan işçiler, İş Kanunu’nun tazminatsız işten atmayı düzenleyen ‘ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış’ (madde 25/2) gerekçe gösterilerek kapı önüne konabiliyor.

Adaleti ‘mülkün temeli’ olarak gören mevcut hukuk sistemi mülk sahiplerinin çıkarları söz konusu olunca ışık hızına yakın bir hızda işlerken, işçilerin hakları ile ilgili hukuki bir durum ya da dava söz konusu olunca aynı adalet mekanizmasının neredeyse kaplumbağa hızında hareket etmeye başladığını görüyoruz.

Güçlü olanın zayıf olanı ezmeyi kendine hak sandığı, evde, sokakta, işyerinde ya da ülkede gücü elinde bulunduranların otoritesine itirazsız ve mutlak şekilde boyun eğmenin emredildiği bir toplumsal düzenin varlığını uzun süre sürdürmesi elbette mümkün değil.

Geçmişte verilen sınıf mücadeleleri ve ödenen ağır bedeller sonucunda elde edilen kimi hak ve kazanımların yasa haline gelmiş olması günümüz koşullarında tek başına fazla bir anlam ifade etmiyor. İktidar ve sermaye güçlerinin mevcut koşullarda kuralsızlığı kendilerine kalkan yaparak hayata geçirdikleri saldırılara karşı, fiili örgütlenme ve mücadele yöntemlerinin daha fazla kullanılmasının kaçınılmaz olduğu yeni ve zorlu bir dönem bizleri bekliyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa