Çalışmakla ev içi şiddet arasında nasıl bir ilişki var?
Fotoğraf: Evrensel
Kısa zaman önce okuyucuyla buluşan, İlknur Yüksel Kaptanoğlu’nun yayıma hazırladığı “Kişisel Olan Politiktir: Kadınlara Yönelik Ev İçi Şiddet Verisi ve Politika” kitabında çok değerli makaleler var. Bu makaleler arasında bugün özel olarak dikkat çekmek istediğim, Yıldız Ecevit ve İlknur Yüksel Kaptanoğlu’nun “Ekonomik Özerklik Kadınları Ev İçi Şiddetten Koruyor mu?” başlıklı çalışması. Kadınların istihdam biçimleri, ekonomik statüleri ve ekonomik özerkliklerinin ev içi şiddet konusunda nasıl değişiklikler yarattığını veri analizleri ile somut bir biçimde ortaya koyuyor yazarlar. Dünyanın farklı ülkelerinde bu konuda yapılan araştırmaların karşılaştırmalı bir özetini sunan giriş bölümünün ardından Türkiye’deki durum analiz edilmiş. Veriler, 2014 yılında 7642 kadınla yüz yüze görüşmelere dayanıyor. Aradan geçen 6 yılı aşkın süreye rağmen (Bu sürede kadınların pandemi dolayısıyla işsizlik oranlarının arttığı, hâlâ çalışıyor oldukları durumda çalışma biçimlerinin önemli değişikliklere uğradığı, bir yandan da ülkede kadın düşmanlığı iktidar eliyle alabildiğine yaygınlaştırıldığı koşullarda dahi) ülkenin en temel sorunlarından biri olan kadına yönelik şiddete ilişkin oldukça güncel bir tartışma ortaya koyuyor makale. Çıkan sonuçlar ayrıca şiddetle mücadele için temel, vazgeçilmez taleplerin mahiyetine ilişkin de çok önemli bir zemin tarif ediyor.
Çalışmanın en çarpıcı sonuçları şöyle özetlenebilir:
- Sosyal güvencesiz işlerde istihdam edilen kadınlar ev içi şiddete daha fazla maruz kalıyor. Kadınlar, ancak memur statüsünde, düzenli aylık maaş alarak çalışmaları durumunda ev içi şiddetten korunabiliyorlar. Yapılan araştırma; kamuda çalışan kadınların şiddete uğrama riskinin, özel sektörde çalışan kadınlara göre daha düşük olduğunu gösteriyor. Yani, sadece “çalışıyor” olmak kadınları ev içi şiddetten korumuyor, ‘Sosyal güvenceli olarak istihdam edilen kadınlar’ ise diğer kadınlara göre çok daha az şiddetle karşı karşıya kalıyorlar.
- En az bir mülke sahip olan kadınlar, olmayanlardan daha az şiddete uğruyorlar. Ama, araştırma yapılan 7 bin 642 kadının yüzde 96’sı bankada paraları olmadığını söylüyor, toprak-arsa-tarla vs. gibi mülke sahip olan kadınların oranı ise sadece yüzde 20 ile sınırlı.
- Gelirlerinin tamamını diğer aile üyelerine veren kadınların cinsel ve ekonomik şiddetle karşılaşma oranları, gelirlerinin bir kısmını verenlerden ve kendi kararlarıyla gelirlerini harcayanlardan daha yüksek.
- Aile gelirlerinin tümünü sağlayan kadınlar her tür ev içi şiddet biçimi ile en yüksek düzeyde karşılaşıyorlar. Bu noktada çarpıcı olan bir başka veri; aile gelirlerinin tümünü sağlayanların kadınlar olduğu aileler, toplumun en yoksul kesimini oluşturuyorlar, hane refahının en düşük olduğu ailelerde yaşıyorlar.
Kadınların ekonomik özerkliğinin olmaması, ev içinde fiziksel ve ekonomik şiddete uğrama risklerini arttırıyor, yani ekonomik özerkliğe sahip olmak şiddet riskini azaltan bir etken.
Dikkat çekici bir nokta daha var; kadına yönelik şiddetin farklı yönleri üzerine oldukça kayda değer bir literatür, pek çok çalışma ve bilimsel araştırma var Türkiye’de. Ama, makalenin de yazarlarının dikkat çektiği gibi; ev içi şiddetin istihdam ve ekonomik özerklikle ilişkisini kuran çalışma sayısı bir elin parmaklarını bile geçmiyor.
Çalışma gösteriyor ki kadınlara yönelik ev içi şiddetle mücadele için kadınları koruyan tüm yasal düzenlemelerin uygulanması, sığınak, dayanışma-danışma merkezlerinin yaygınlaştırılması, barınma-eğitim-sağlık olanaklarının sağlanması, psikososyal hizmetlerin hızla ve etkin bir şekilde sağlanmasının yanı sıra ve bunlardan ayrılmaz bir biçimde kadınlar için nitelikli, sosyal güvenceli, düzenli işlerin de talep edilmesi hayati önemde. Meseleye bir de şöyle de bakabiliriz; kadınlar için nitelikli, sosyal güvenceli, düzenli işlerin talep edilmesi kadınların yaşamlarının, yaşam haklarının korunması, şiddetten uzaklaşmak için de vazgeçilmez bir talep.
Bugün; şiddetin alabildiğine arttığı ve vahşileştiği tabloyu tartışırken, nedenleri, nasılları analiz ederken kadınların giderek daha fazla oranda esnek, güvencesiz, günlük işlere mahkum edildiği gerçeğini, kadınlara iktidarın tarif ettiği “kutsal aile” içinde, Diyanet İşleri Başkanının dediği gibi sadece annelik ve eşlik görevlerini yüklenmekle sınırlandırılan bir yaşam dayatılmasının sadece “söylemsel” yönünü değil, ekonomik, politik gerekçelerini, pandemi bahanesiyle çalışma yaşamında iyice derinleştirilen kölelik koşullarını, bunların artırması muhtemel riskleri de tartışmak bir zorunluluk. Yoksa, vahşileşen şiddetin arkasında ne var sorusuna da, önüne nasıl geçebiliriz sorusuna da doğru yanıtlar vermek zorlaşıyor.
- “Aileyi koruma” lafının altından yine nefret ve düşmanlık çıktı! 08 Ekim 2022 00:45
- Başörtüsü istismarında at başı gidenler 06 Ekim 2022 04:28
- Bizi kim öldürüyor? 05 Ekim 2022 05:18
- ‘Sözleşmeden vazgeçmiyoruz’ demek ‘Tek adam yönetimini tanımıyoruz’ demek 21 Temmuz 2022 05:00
- Beşikten mezara rehineliğin adı: Çocuk yoksulluğu 15 Nisan 2022 00:55
- Emma’dan Emine’ye... 10 Mart 2022 23:56
- Kadın dostu postunda emekçi kadın düşmanlığının şahikası: Farplas 18 Şubat 2022 01:20
- ‘Küçüğün rızası’ diyen Bakan çocukların nafakasına göz dikti 11 Şubat 2022 00:00
- Cezaevlerine göz kulak olmak, dillerimizi koparamasınlar diye dil olmak... 28 Ocak 2022 05:00
- 6. Yargı Paketi tehlikesi: Nafaka hakkına saldırıda somut adımlar 07 Ocak 2022 04:54
- Geçen hafta yoksulluktan, çaresizlikten yedi çocuk öldü 24 Aralık 2021 05:00
- Asgari ücreti kadınlara lüks haline getirenler 10 Aralık 2021 04:52