16 Ocak 2021 23:55

“N’oluyor ya?” sorusu ve ‘neye mal olursa olsun’ kafası!

Melih Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesine rektör olarak atanması protesto edilirken üniversite girişine polis yığınak yaptı.

Fotoğraf: Arif Hüdaverdi Yaman/AA

Paylaş

Tez yazarken yaptığı alıntıları tırnak içine almayı ‘unutabilen’ birinin rektör olarak atanmasına itiraz eden Boğaziçi öğrencileri ve öğretim üyelerinin tepkileri sürüyor. Atamanın ilk sabahında öğrencilerden ‘korunmak’ için kelepçe vurulmuş üniversite kapısı fotoğrafı gelecek kuşaklar açısından bu dönemi anlamanın simgesi oldu şimdiden. Yine sabaha karşı evleri basılarak gözaltına alınan öğrencilere isnat edilen ‘suçların’ kanıtı olarak polis tarafından toplanıp basına gösterilen ‘suç unsurları’ da bir o kadar manidardı: “İfade özgürlüğü haktır”, Yaşasın özerk üniversite mücadelemiz”, “Gençlik barışa köprü olacak”, “Boğaziçi’nde en kolay girilen bölüm: Rektörlük!”, vb. yazılı dövizler, flamalar... Öğrencilerin haklı tepkisinin ‘darbe zemini ve provokasyon yaratmak’ ezberiyle karalanmaya çalışılması ne kadar akıl ve izan dışıysa, böylesi ‘suç unsurları’ teşhirinin 12 Eylül dönemini hatırlatması bir o kadar doğaldı.

DİKKAT PROVOKASYON!

Gerçi üniversite kapısına vurulan o kelepçeden provokasyon kokusu alan ‘muhalifler’ de olabildi. Provokasyon masalını sadece iktidar anlatmıyor yani. Kapıdaki kelepçe, hükümeti zorda bırakmak için özellikle düşünülmüş bir ‘provakasyon unsuru’ sayılabildi mesela. Bir başkası, (Halk Tv’den Mehmet Tezkan) malum kelepçe ile Gezi’deki çadırların yakılması arasında parallelik kurabildi. Gezi’deki nöbet çadırlarının yakılması sonradan “Fetö’nün kışkırtması” olarak yansıtılmıştı ya, ona istinaden, infial yaratmak isteyenlerin işiydi Boğaziçi kapısına vurulan kelepçe de. İktidar temsilcilerinin böylesi bir ‘aklanma’ kaygısı yokken, hepsi de ‘gereği yapılmıştır’ tonlamasıyla konuşurken, “Gezi kalkışması yaratmak isteyenlerin başı ezilmeli” diyorken Devlet Bahçeli, ‘provokasyon’ makamından dem tutan ‘muhalif’ tipi de dönemin ironilerinden olsa gerek. Ortada provokasyon falan yok, herşey olağan seyrinde sürmekte oysa!

Sabahın köründe kaldığı evin kapısı koçbaşlarıyla kırılarak ‘derdest’ edilen bir öğrenci şaşkınlıkla soruyordu: “N’oluyor ya?​”

Gerçekten de ne oluyor? Olup biten, Boğaziçi Üniversitesi’nin ‘fethinden’ ibaret değil elbette. Genel ve sistematik taarruzun muharebelerinden biri o. “Kültürel iktidar” sıkıntısının, yeni kurumlar yaratmak kadar, başa çıkılamayan, yarışılamayan kurum ve birikimleri dağıtmaktan geçtiğini bilen ve ona göre davranan bir ‘siyasal kayyımcılık’tan Boğaziçi’ne düşen pay bu. Ne provokasyonu? ‘Fetih’ ve kayyım dışında başka bir ‘rıza’ üretme olanağı kalmamış siyasal kurumsallaşma sürecinin parçalarından biri Boğaziçi hamlesi. “Hepiniz çok zeki çocuklarsınız” diyerek öğrencileri kendisine ‘razı’ edeceğini zanneden ama ‘onun için seni istemiyoruz’ yanıtını alan kayyım-rektörü istifa etme özgürlüğünden bile mahrum kılan çaresizlik de o faşizan kurumsallaşma sürecinin sonucu.

‘NEYE MAL OLURSA OLSUN...’

Gözaltına alınan Boğaziçi öğrencisinin şaşkınlıkla sorduğu “N’oluyar ya?​” sorusunun yanıtını da içermek üzere, işaret ettiğimiz malum süreci en son Devlet Bahçeli dile getirdi: "Net olarak açıklıyorum, neye mal olursa olsun Cumhur İttifakı sonuna kadar yaşayacaktır."

Buradaki ‘sonuna kadar’ ifadesini geçelim. Anlamsız. Herşey ‘sonuna kadar’ yaşar zaten. Asıl önemlisi “neye mal olursa olsun” vurgusu. Gözü kararttık diyor ki gerçekten de öyle. Neye mal olduğu ortada. Herkes o gözü karartmışlıktan payını alıyor işte. Ülkenin devrimcileri, demokratları, barış isteyenleri, iş ve ekmek isteyen emekçileri, özgürlük isteyen kadınları, gençleri olağan hedef zaten. Yenileri de var artık. İki gün önce gördüğümüz üzere, ayrılarak farklı bir yol tutturmaya çalışan milliyetçi muhafazakâr eski yol arkadaşlarının bile kafası gözü kırılmakta. Durumdan vazife çıkaranlar işbaşında ve şakası yok bu işin denmekte. Yapılan kamuoyu yoklamalarının da gösterdiği kan kaybı ve çözülme alametleri yoğunlaştıkça kayyımcılık ve ‘neye mal olursa olsun’ kafası daha bir cevvalleşmekte.

BALBAY TÜRÜ, NEYİN KAFASI?

Çelişkiler keskinleştikçe de iki arada bir derede mırın kırın ederek muhalefet ettiğini zannedenlerin gerçeği de daha bir netleşiyor.

Cumhuriyet’ten Mustafa Balbay mesela. HDP’nin kapatılması meselesini “AKP ve MHP arasında bir hesaplaşma” olarak görebiliyor. AKP’nin seçim hesapları nedeniyle kapatmaya karşı olduğunu söylüyor Balbay ve şöyle diyor: “İktidar bir kez daha önümüzdeki nesilleri önümüzdeki seçimlere kurban ediyor.” Yani? MHP’yi dinle, seçim kaygısını bir yana bırak da kapat HDP’yi, önümüzdeki nesillerin geleceğini de güvenceye al demek istiyor Balbay. Şaşırdık mı? Hayır. Böylesi dondurulmuş bir tür bu. Son 5 yılın gelişmeleri, inşa edilen tek adam rejimi karşısında farklı siyasal eğilimleri yanyana durmaya iten nesnellik, son örneğini İstanbul seçimlerinde gördüğümüz, muhalefetin ‘milliyetçi’ ve ‘ulusalcı’ unsurlarını Kürt siyasetiyle aynı “doğrultuda” konumlanmaya zorlayan fiili durum... Dip akıntısı türünden değişmeye zorlayan dinamiklere karşın değişmemekte direnen bu kafanın kime yaradığı ortada değil mi?

MUHALEFETİN ÇAPINA DAİR ÖLÇÜT

MHP’nin çıkışları da dahil, olası bir seçim öncesinde HDP’yi kapatarak Kürt seçmeni sandıktan itme olasılığını hesaplayan iktidar bloku ile Balbay mantalitesinin örtüşmesi, bir bütün olarak burjuva muhalefetin de açmazı aslında. Durum Balbay ya da İyi Partili Yavuz Ağıralioğlu’ndan ibaret değil elbette. Bahsettiğimiz dip akıntısına uygun değişebilen, nitekim İstanbul seçimlerini kazandıran makul bir eğilimin olduğunu söylemek gerek. İyi Parti’den Antalya Milletvekili Hasan Subaşı, "iktidarın HDP'yi şeytanlaştırarak İyi Partinin milliyetçi ve CHP'nin ulusalcı refleksini kışkırtmak"  istediğini söylemişti bir süre önce. Oyuna gelmemek gerektiğini hatırlatan Subaşı, “Biz bunları partide konuşuyor tartışıyoruz” demişti. Herkes Balbay gibi değil, “iktidarın zokasını yutmayacağız” anlamına gelecek böyle örnekler de var yani. Ama alınacak çok yol var daha, net olmak gerek, kaçak güreşmekten kimseye hayır gelmeyeceği açık.

Özellikle ABD’deki iktidar değişikliği sonrasında uluslararası planda büyük güçler arasında manevra yapma olanağı giderek daralacak olan tekçi rejimin dış maceralara atılmaktan çok, HDP üzerinden “terörizme karşı beka” çizgisine yoğunlaşacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Kabul edilen Kobanê iddianamesi ve Erdoğan’ın Asiltürk ve diğer ziyaretlerinde özellikle yaptığı “teröre karşı mücadelede destek” vurgusu da buna işaret değil midir zaten? Yeni bir Kandil seferiyle eş zamanlı olarak HDP’yi kapatmak, hem kendi tabanını konsolide etmek ve hem de muhalefeti ‘söz söyleyemez’ duruma getirerek seçime gitmek...

Bahçeli’nin “neye mal olursa olsun” retoriğinin içerdiği bu hal ve gidişe karşı ne yapılacağı muhalefetin çapını bugünden ortaya koyacak bir ölçüttür. Ya siyasal nesnelliğin dayattığı tekçi rejime karşı bir araya gelme eğilimi ağır basacak ya da o ağızlara pelesenk olmuş “iktidar ülkeyi yönetemiyor” sözü terkedilecek, iktidarın en başta düzen içi muhalefeti olmak üzere bal gibi de yönettiği kabul edilecek!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa