Kredi notu algoritması: Sosyal medya, bankacılık ve gerçek hayat

Görsel: Pixabay
Twitter’ın piyasa değeri ile Trump’ın serveti yaklaşık aynı: 25 milyar dolar civarı.
Trump 1971 yılından beri sermaye dünyasının büyük oyuncularından, Twitter’ın Kurucusu Jack Dorsey 1976 doğumlu.
Biri Amerikan Başkanı, biri sosyal medya mecrası kurucusu.
Twitter, ABD Başkanının hesabını, yazdıkları ve aldığı etkileşim sebebiyle şiddeti artırma riski üzerine askıya aldığını duyurdu geçen hafta.
Burada farklı görüşler vardı. Twitter’ın yasa koyucu gibi davranamayacağı, fikir özgürlüğünün kısıtlanmasının kabul edilemeyeceği bir görüştü.
Diğeri ise mecraların kendi kurallarını koyup bunu ulusal yasaların üzerinde tutabileceğinin çağın bir gerçeği olduğu üzerine.
Burada uluslararası hukuk ile uluslararası platformların kendi kurallarının kıyaslaması, kuşak farklılıkları, sermayenin dönemlere göre büyüdüğü sektörler gibi pek çok mevzu tartışabiliriz.
Sosyal medya platformları, siyasetin de gidişatına etki eden güçler oldu uzun zamandır. Bir zamanların çift kutuplu sistemi gibi bir yanda hem taraf olmaktan kaçınmayan hem de siyasi propagandaya izin vermeyeceğini açıklayan Twitter, diğer yanda “Gerçeğin bekçiliği benim sorumluluğum değil, isteyen istediği kampanyayı yapar, ben teyitleyemem” diyen Facebook ve satın aldığı diğer mecraları (avaneleri)
Liderlerin, ülkenin iç ilişkilerine yönelik icraatlarına, uluslararası hukukta çare aramak zor. Oysa bir platformun, bir liderin hesabını askıya alması yargının hızla işleyip infaza geçildiği izlenimi verebiliyor ve uluslararası bir yankı yaratıyor.
Öte yandan her ülkede yönetim, bir mecraya erişimi engelleyebilir, eğer toplumsal muhalefeti karşısında alabilirse tabii. Bu da işi bir bilek güreşine çeviriyor.
Liderlerin, siyasi partilerin takipçi sayıları, aldıkları etkileşim sayısı, seçim sonucu öngörüsü olarak kullanılabiliyor. Bir nevi kredi puanı.
Bu krediyi sağlayan ise tamamen kullanıcılar diyemeyiz, müdahil olma yetkisi sonsuz olduğunda ve bedeli ödendiği sürece, bu yine büyük bir sermaye oluyor.
Ben geçen hafta yaşanan olayda diğer konular bir yana, biraz bu yeni dönemin “kredi puanı” kavramına değinmek istiyorum.
Black Mirror dizisi 3. Sezon “Nosedive” bölümünde insanların toplumsal yaşamda bir puanı vardı. Sosyal medya üzerinden topladıkları puanlar sosyal yaşamda imkanlar sağlıyor ya da kısıtlıyordu.
Bu uygulama Çin’de denendi, geçen haftaki Trump krizinde ise bir mecranın bir başkanın kredisini bir anda sıfırlamasıyla iyice hayatın gerçekliği olmaya yaklaştı.
İnsanların kredi puanına sahip olması yakın zamana kadar bir bankacılık yaklaşımından ibaretti.
ABD’de yaşanan mortgage krizinden çok öncesine uzanalım, bankaların eski usül kredi verdiği dönemlere.
Philip Roscoe “Harcıyorum Öyleyse Varım / Ekonominin Gerçek Maliyeti” kitabında (çeviri: Aydın Çavdar) eskiden banka kredilerinin herkes için sabit kredi oranlarıyla verildiği ve kredi almanın aslında sosyal yaşamla da ilgili bir yanı da olduğunu anlatıyor. Amerika’da ’90’lı yıllara kadar krediler, konuta en yakın banka şubesinden, banka müdürüyle yapılan mülakat ile alınıyor.
Eğer banka müdürü, sorumluluk sahibi, tutumlu, iyi bir vatandaş olduğunuza ikna olursa, bankası adına riski alıyor, kredinizi onaylıyor. Ama bunun için tabii ki bankada belli bir miktar birikiminiz de olması gerekiyor. Dolayısıyla banka şube müdürleri sosyal hayat içerisinde aslında sürekli saygıya mazhar, el üstünde tutulan bireyler olarak kredi borçlularının yaşamlarında oluyorlar.
1956 yılında iki askeri bilim insanı bir şirket kuruyor ve harekat araştırmalarında edindikleri algoritma ve veri analizi gücünü kullanarak, manuel işleyen bankacılık dünyasında kredinin bankalar için çok daha kârlı bir ürüne dönmesi için çalışmalara başlıyorlar.
Fair, Isaac & Company Inc. ’80’lerde kredi kartları datalarının da sürüme girmesiyle yepyeni bir kredi sistemi geliştiriyor.
Artık bankalar, aldıkları yüksek riski iyi bir fiyata müşteriye yansıtma şansına sahip oluyorlar.
Bunu şöyle özetleyebiliriz: Daha önce bir banka müdürü tarafından başvurusu reddedilmiş dar gelirliler artık kredi alma şansına sahipler ancak tabii ki geri ödememe riskleri yüksek olduğu için daha yüksek bir faizle.
1995’te hükümet destekli dev bir mortgage şirketi olan Freddie Mac, 660 puanlık FICO notunu taban alıyor, bu puan altındaki her başvuruya sürprim uygulamaya başlıyor.
2007’de ise mortgage krizi, yüksek faizle alınan kredilerin geri ödenememesi, bankaların el koyduğu evlere ise yeni alıcı bulunamaması üzerine patlıyor.
Yani krediyi sadece banka lehine bir risk analizi yapıp iyi fiyatlandırma yaparak sattığınızda ve kredi kullanan ile sosyal ilişkiyi kopardığınızda da sistem ideal işlemiyor.
Bugün de kredi kartı başvuruları, kişilerin kredi kartları merkezindeki geri ödeme oranlarına bakarak limitlendirilip veriliyor. Oysa sosyal ilişki sıfır olunca o kredi kartı ilk eline geçtiği gün rahatladığını düşünen bir insanın sonu da olabiliyor.
Hayatta karşılaştığımız insanları neye göre değerlendiririz?
Adisyonun üzerine bıraktığı kredi kartının meşhur limitsiz siyah kartlardan olması bize borçlarına sadık ve bankalar nezdinde sonsuz kredisi olan biri olduğunu mu gösterir yoksa bu ülkede parayı emeğiyle kazanan bir olmadığını mı?
Sosyal medyada çok takipçisi olan biri sizden borç istediğinde, takipçi sayısını geri ödeme performansında bir kredi notu sayabilir misiniz? Ya da verdiği herhangi bir sözü tutma konusunda?
Sosyal medyanın sunduğu mavi tık’lı onay bir güven telakki eder mi?
Bir siyasi liderin sosyal medya performansı seçimlere nasıl bir kredi notu olarak yansır?
Peki sosyal medyayı komple yasaklamak ve güdümüne almak isteyen bir iktidar, oturmakta olan bir kredi sistemini yıkmış sayılacak mıdır?
Kişisel dünyamda insanlarla olan ilişkilerim, bu iktidar döneminde bankaların kredi hesaplaması ile tam ters orantılı gelişti.
Ani zenginleşenlerin, kredi limitleri artanların emekten, adaletten, liyakatten, duruşlarından vazgeçtiğine, hayat standartı zamanla ya da aniden düşenlerinse onurlarını ve ideallerini nakitle takas etmediklerine şahit olduk.
Sosyal medyada en sert muhalefeti yapanların, hedefe koydukları ile masaya oturmakta beis görmediklerine şahit olduk.
Banka da sosyal medya mecraları da sermayenin temsilcileri, varlıkları, borçlu kalmamıza ve kendi adlarına aldıkları riski bize iyi bir bedelle satabilmelerine bağlı.
Yeni düzende tüm yasa koyucuların değerlerini bir kenara bırakıp yüz yüze ilişkileri de kredi puanına bir unsur olarak eklemek gerek.
Bu post truth çağında sağlam durabilmenin yolu, herkesin kendi kredi puanlamasını dengeli bir hesapla oluşturması.
Sosyal medyadaki görünüme, varsıllaşma hızına ve yüz yüze ilişkilerdeki samimiyete bakarak bir risk analizi yapmalıyız.
Belki Twitter değiliz ama bizim kredi notumuzdan geçemeyenleri hayatımızda askıya alma hakkımız baki.
Ben kendi kredilendirme sistemime AYŞO adı verdim, hiç kandırılmamış olanların, son 20 yılda açıklanamaz şekilde palazlanmamış olanların, sosyal medyada görünümü ile yaşamdaki duruşu çatışmayanların, sadaka ve dayanışma arasındaki farkı bilenlerin, elini taşın altına koymaktan çekinmeyenlerin, biat etmeyenlerin, her şeye rağmen yüzü gülenlerin bende kredisi çok yüksek.
FICO puanı ile mortgage çöküşünü de kendime ibret aldım, dönüşü olamayacağını bile bile kimseye büyük krediler açmayacaksın, o risk iki tarafı da yıkar.
Verdiğin emeği, özveriyi, zamanı geri isterken beklentiyi yüksek tutmayacaksın, taksit tutarları yüksek olursa iki taraf da batar.
Bizi kim, ne zaman, neden yargılayacak bilemiyoruz ama iktidar da yargılasa, bir sosyal medya mecrası da gerçek adaletin ikisinde de olmayabileceğini herkesin bilmesi gerekiyor.
Kendime gündemden çıkardığım bir diğer özet de “Güvenme tecrübene, boynuz kulağı geçiyor, kulağını bükerim sandığın, bileğini bükebiliyor.”
Okuduğum kitap “Harcıyorum Öyleyse Varım” ismini taşıyor.
Oysa biz harcayamıyoruz artık ama yok da olmadık. Kendimizi harcatmadıkça insanlık piyasasında değerimiz artıyor.
Krediniz olan insanlar yine de bol olsun.
İyi pazarlar.
Evrensel'i Takip Et