Belirsizlik
Fotoğraf: Ali Atmaca/AA
Pek çok belirsizlik olsa da aşılamanın başladığı günlere geldik. Garip bir düzen olduğunu görmemek olmaz. Sağlık Bakanının aşı olduğunu gösteren haberden tam 22 dakika önce aşıya Acil Kullanım Onayı (AKO) verildiğini duyuran haberi aldık. Saatler 19.04’ü gösteriyordu AKO bilgisi paylaşıldığında. Nasıl, hangi bilimsel kurul, bu kurul kimlerden oluşuyor, hangi verileri değerlendirdi sorularının yanıtı yok. Zaten 9 aylık bir salgın süreci boyunca buna dair mevzuatta bir düzenleme de yer almamış, 11 Aralık tarihinde aşıların geleceği bildirilmişken, ancak 18 Aralık tarihinde yönetmeliğe AKO maddesi eklenmiş, bu arada faz 3 çalışmaları henüz tüm verileri ile paylaşılmamış bir aşıyı üreten şirketle anlaşma yapılmış mı, o da belirsiz. Sonra o puslu resimden ortaya çıkan veri kırıntılarıyla bilim insanları belirsizliği ortadan kaldırmaya çalışıyor. Belirsizlik demek aşıya karşı tereddüt demek. Tereddüt salgınla baş etmede yaşanan tüm eksikliklere yenisinin eklenmesi anlamına gelecek. Eldeki bilgilerle sözler kuruluyor, etkisi diğerlerine göre düşük görünse de ilk iki fazda paylaşılan veriler değerlendirilip güvenli olmasından yola çıkılarak aşılamanın yaygınlaşmasına katkı sunuluyor.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İnsan Hakları Hareketi Konferansında rejimin özelliklerini tartışırken, “belirsizlik rejimi” adını boşuna telaffuz etmedi. Belirsizlik hepimizi kaygılandıran, kaygı arttıkça da koruma kalkanlarımızı yükseltip içine çekilmemize, sessizleşmemize yol açan bir durum. Bu belirsizliği aşmanın yolu da olabildiğince çok soru sormak, alabildiğine açık olmak. Salgının başından beri Türk Tabipleri Birliğinin (TTB) yapmaya çalıştığı da bu belirsizliği ortadan kaldıracak tüm araçları kullanmak oldu.
Kaygılarımızın ardından dünyaya baktığımızda hareket yeteneğimizi de yitirmeye başlıyoruz. Salgından aşıya, şiddetten güvenliğe geçiş aşamalarında da bize dayatılan belirsizlikler yaşamımızı şekillendiriyor kaçınılmaz olarak. Geçtiğimiz haftalarda peş peşe iki düzenleme güvenlik iddiası ile önümüze konup, belirsizliklerin derinleştirilmesi çabalarına tanıklık ettik.
TİHV ve İnsan Hakları Derneğinin (İHD) açıklamasından bazı bilgileri paylaşmak aydınlatıcı olacaktır*: 2020’nin son haftalarında adeta yangından mal kaçırırcasına bir telaşla Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyinin kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanının önlenmesine yönelik yaptırım kararlarının uygulanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla bir kanun çıkarıldı. Belirtilen amaca yönelik birkaç düzenlemenin dışında söz konusu kanunun tamamı ifade ve örgütlenme özgürlüğünü ciddi bir şekilde kısıtlayan, denetim mekanizmasını tersine çeviren düzenlemeler içeriyordu. Bu kanuna yönelik tartışmalar henüz sıcaklığını korurken Cumhurbaşkanı tarafından 5 Ocak 2021 tarihinde “Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT), Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) Taşınır Mal Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” çıkarıldı. Söz konusu yönetmeliğe göre “milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden terör, toplumsal olaylar ve şiddet hareketlerinin meydana gelmesi durumunda veya emniyet ve asayişin zorunlu kıldığı hallerde” TSK, EGM ve MİT, taşınır mallarını herhangi bir şarta bağlı olmadan ilgili bakanın onayı ile birbirine devredebilecek. Peki toplumun dirliğini ve huzurunu sağlamakla görevli kurumlar bir savaş için öngörülmüş ağır silahlara niye ihtiyaç duyuyor? Bir yetersizlik mi hissediyorlar sorusunu da sormak gerekiyor o zaman.
Aslında kolluk güçlerinde bir yetersizliğin ya da zafiyetin olmadığı kısa bir süre önce TBMM Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler sırasında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından yapılan açıklamalardan anlaşılıyor. İçişleri Bakanlığının bünyesinde 2020 kasım ayı itibarıyla kolluk kuvveti olarak görev yapan 579 bin 446 personel varmış. Bu sayı kasım 2019 itibarıyla 542 bin 183 imiş, yani yalnız bir yıl içinde 35 binin üzerinde personel alınmış. Türkiye’nin nüfusu 31 Aralık 2019 itibarıyla 83 milyon 154 bin 997 ve bu durumda her 143 yurttaşa silah kullanma yetkisi de bulunan 1 kolluk görevlisi (polis/jandarma/sahil güvenlik/bekçi/korucu) düşüyor. Bu oran 2019 yılında 167 yurttaşa 1 kolluk görevlisi imiş. Böyle hızlı bir güvenlikleştirmeye ek düzenleme ihtiyacı neden duyulur diye sormamalı mıyız? Trump’ın seçim sonuçları karşısında gösterdiği refleks ve senato binası baskınını düşündürdü bu yeni düzenlemeler bana ister istemez. Topluma belirsizlikle kaygı yayarken, kendi belirsizlikleriyle derinleşen kaygıları unutmamalı.
- Çetelere bütçe 21 Kasım 2024 04:59
- Büyümeden annen sana, ölüm alacak 14 Kasım 2024 04:42
- Bu zamanda hekim olmak 07 Kasım 2024 04:43
- İnsan hakları mücadelesine devam 31 Ekim 2024 04:43
- Çeteler kol geziyor 24 Ekim 2024 04:43
- Kimi, niye aşağılıyoruz? 17 Ekim 2024 04:34
- Şiir yazmanın sorumluluğu 03 Ekim 2024 04:43
- Siyah çöp torbasına atılan insanlığımız 26 Eylül 2024 04:45
- Sistematik işkence 19 Eylül 2024 04:41
- Narin bir çocuk 12 Eylül 2024 04:43
- Savaş hesabı 05 Eylül 2024 05:26
- TTB Afetlerde Sağlık Hizmetleri Yönetimi Akademisi (ASHYA) 22 Ağustos 2024 04:42