18 Ocak 2021

Siyaset, temsil, aidiyet ve hak

Dünyada siyasetin sıkıştırıldığı zemin, siyaseti sosyal karşılıkları ve temel kavramları ile birlikte yeniden düşünmeyi anlamlı hale getiriyor. Daha doğrusu, böyle bir sistematikten uzak bir siyaset tasavvurunun kişiyi siyasetin nesnesi haline getirmesinin kaçınılmazlığını hatırlatıyor.

Örneğin, Prof. Dr. İlhan Uzgel, arkadaşımız Şerif Karataş’ın Trump’ın azil süreci ile ilgili kendisiyle yaptığı ve önceki günkü Evrensel’de yayımlanan söyleşide söz dış politikaya geldiğinde önemli bir ayrıma işaret ediyordu: “Cumhuriyetçiler ve muhafazakarlar, Amerika dünyada daha az rol üstlensin, daha içe kapansın istiyorlar, izolasyon istiyorlar. Demokratlar ise daha geniş bir rol önerebiliyorlar. Hatta bu bizde de kafa karışıklığına da yol açabilir ama müdahaleci olan daha liberal demokrat çizgidir.”

Söyleşinin diğer bölümlerindeki vurgulara dönüp bakılabileceği için burada, Uzgel’in iki ‘ana akım’ tercihten birine işaret ettiğine değil, iç ve dış politikanın hem birbirini etkileyen hem de kendine özgü bağlamlarına dair önemli bir vurgu yapmış olduğunu belirterek başa dönelim.

ABD’de Trump dönemi ile birlikte aşırı sağın yükselişinin yıkıcı sonuçlarının daha belirgin hale gelmesi, Biden’ı ‘liberal demokrat’ bir umut haline getirirken aslında siyasetin sıkıştırıldığı zeminin sınırlarına da işaret etti.

Aynı gerçeklik, Türkiye bağlamında da başka biçimleriyle kendisini gösteriyor. Cumhur İttifakının, çok geniş bir alanda yarattığı yıkıcı sonuçlar, uzunca bir süredir siyaseti, en azından göreli bir normalleşme zeminine çekebilmek açısından başka bir ‘merkez ittifak’ formülü arayışını siyasetin temel gündemi haline getiriyor.

Bu kaygı kuşkusuz yersiz değil. Ama içinden geçilen dönem, siyasetin temel sorununun bunun ötesinde olduğunu da hep hatırlatan gelişmelerle birlikte ilerliyor. Örneğin Boğaziçi Üniversitesindeki rektör ataması, iktidarın uzunca bir süredir seçilmiş HDP’li belediyelere kayyum atama ve yargı sopasını kullanarak siyaseti dizayn etme pratiğinin bir devamı olarak okunarak ‘Kayyum rektör istemiyoruz’ sloganını gündemleştirdi. Öğrencilerin, daha sonra öğretim üyelerinin aktif desteğini de gören eylemleri demokratik, bilimsel bir üniversite için ‘seçilmiş bir rektör’ gerçeğinin önemine vurgu yaparken, aslında siyasetin çekirdeğine dair de önemli bir mesaj veriyor: Oy hakkının ilga edildiği bir temsil sistemi, o temel hakkı ilga edenden başka kimi temsil edebilir?Temsil hakkı gerçek bir karşılığı olan oy hakkı ile birlikte var olabilir ancak. İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak ortaya konulan güçlü kadın direnişi, sonucu değiştirici bir etki yapmasa da baro başkanlarının Ankara yürüyüşü ve benzer bir dizi pratik, bize hak ile siyaset, aidiyet ve temsil arasındaki ilişkinin önemini hatırlatıyor.

Şimdi soralım: Eğer Türkiye’de verdiği oyun sonuçlarına sahip çıkacak düzeyde örgütlü ve canlı bir toplumsal gerçeklikten söz edebilseydik, AKP’nin tek başına iktidar imkanını kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimleri iktidar tarafından bu kadar kolay geçersiz ilan edilip yeni bir seçim zorlanabilir miydi? Ya da son yerel seçimlerde, iktidarın çeyrek asır sonra kaybettiği İstanbul seçimlerini tekrar ettirme dayatması karşısında eğer sandığa, verilen oylara gerektiği gibi sahip çıkılmasaydı o ikinci seçimin sonucu ne olurdu?

Aynı soruları bu yılın olası gelişmeleri açısından da şimdiden sorabiliriz.  Örneğin, kamuda çalışan işçi ve emekçilerden, belediyelere ve metal sektörüne kadar birçok toplu sözleşme 2021 yılında gerçekleşecek. Kamu işçileri ile yapılacak toplu sözleşmede ise taşerondan sürekli işçi kadrosuna geçenlerle birlikte bu yıl 1 milyonu aşkın işçi için toplu sözleşme masası kurulacak.AKP iktidarı döneminde 17 grevin de yasaklanmış olduğunu hatırlarsak, pandemi dönemini muhalefeti ve hak mücadelelerini yasaklamak için fırsata çeviren bir iktidarın bu süreçteki tavrının ne olabileceğini öngörmek hiç zor değil.

Neoliberal politikaların siyasette yol açtığı kutuplaşma, kendisini neoliberal politikaların bir tarafında ifade eden ve o politikaların mağduru olan geniş kesimlerin hak taleplerini de türlü yollarla kriminalize ederek siyasetin dışına iten bir karakter taşıyor.

Hak ve temsil ilişkilerini sorgulamadan siyaset ile kurulan bir aidiyet ilişkisi, siyasetin mahkum edilmek istendiği sınırların içinde kalarak onu yeniden üretmekten başka bir sonuç da vermiyor. 21. yüzyılda siyaseti tartışırken, 18. yüzyılın kavramlarının ve kazanımlarının gerisine kadar itilmeyi kabul etmemek de bugün siyasal bir direnç noktası anlamına gelebiliyor.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et