Gazeteci ve siyasetçilere saldırıların arkasında kimler var?
Fotoğraflar:Gelecek Partisi
Geçen haftanın önemli gündemlerinden biri de milliyetçi-muhafazakar çizgideki siyasetçi ve gazetecilere yapılan saldırılardı. MHP’li bir siyasi geçmişi olan ve AKP Genel Başkan Yardımcılığı da yapmış olan Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, uğradığı silahlı saldırı sonucu yaralandı. Saldırıdan önce Özdağ, MHP Lideri Bahçeli’yi eleştiren açıklamalar yaptığı için MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın tarafından hedef yapılmıştı. Aynı gün Yeniçağ gazetesinin Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu da saldırıya uğradı. Uğuroğlu’yla Özdağ’ın ortak noktası saldırıdan önce Bahçeli’ye yönelik eleştiriler yapmış olmalarıydı.
Özdağ’a saldırı konusunda Habertürk’ten Nagehan Alçı’ya konuşan Yalçın, her ne kadar saldırı ile ilgisi olmadığını söylese de “Bu hareketin delisi çoktur, talimat dinlemezler” diyerek aslında saldırının adresini de işaret ediyordu. Zaten Özdağ da Alçı’ya saldırı ile ilgili “Ben ülkü ocaklarından geliyorum Nagehan Hanım, buraların işleyişini bilirim” açıklamasını yapmıştı. Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu, saldırıdan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “açık ve net bir açıklama” beklediklerini söylese de Erdoğan sessizliğini koruyor.
Burada konumuzla ilgisi olmasa da Yalçın’ın açıklamalarında dikkat çeken noktalardan biri de “6 milyon oy almış bir lidere haksızca saldırana en ağır sözlerle cevabını veririm” demesiydi. Çünkü Bahçeli’den daha fazla oy almış Demirtaş’a karşı MHP’nin saldırgan tutumu ortada. Ancak Yalçın’ın temsil ettiği zihniyete göre, HDP’ye oy verenlerin “sözde vatandaş” olarak görüldüğünü tahmin etmek zor değil!
Ülkedeki siyasi atmosfere bakınca Özdağ ve Uğuroğlu’na yapılan saldırılar ilk olmadığı gibi son olacak gibi de görünmüyor. Yakın geçmişe şöyle bir dönüp baktığımızda mayıs 2019’da Yeniçağ Yazarı Yavuz Selim Demirağ, yine iktidar destekçisi Aydınlık gazetesinden ayrılıp Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren yazılar yazan Sabahattin Önkibar, haziran 2019’da İyi Partinin kurucularından Metin Bozkurt, kasım 2019’da Korkusuz Yazarı Ahmet Takan, aralık ayında da Meral Akşener’in Basın Danışmanı Murat İde saldırıya uğramışlardı.
Her ne kadar “münferit vakalar” gibi gösterilmeye çalışılsa da aralarındaki devamlılık ilişkisi, bu saldırıların kimler tarafından gerçekleştirildiğine ve daha önemlisi arkalarında hangi güçlerin ya da hesapların olduğuna daha yakından bakmayı gerekli hale getiriyor.
Öncelikle şu noktaya dikkat çekmek gerekiyor: MHP’li Yalçın’ın “Hareketin talimat dinlemeyen delileri” olarak tanımladığı ‘sivil’ çeteler 1980 darbesi öncesinde sol-sosyalist çevrelere saldırıyorlardı. Çünkü bu çeteler, yükselişe geçen devrimci hareketi bastırmak için ‘Devlete yardımcı güçler’ olarak kullanılıyordu. Bu çeteleri ’90’lı yıllarda zaman zaman Kürtlere yönelik linç girişimlerinde de görmüştük.
Bugün tek adam iktidarının sol-sosyalist güçlere, demokratik Kürt hareketine karşı saldırı politikalarında bu ‘sivil’ güçlere ihtiyacı yok. Erdoğan’ın her açıklaması, kolluk güçleri ve yargı organları tarafından bir talimat olarak görülüyor. Erdoğan’ın Demirtaş’ın tahliyesini engellemeye yönelik açıklamalarından sonra Kürt siyasetçilere karşı yapılan Kobanê operasyonu ve ardından hazırlanan iddianame bunun en açık göstergelerinden biri. Türk Tabipleri Birliği, barolar, sınırlı sayıdaki muhalif gazete ve televizyonlar, sosyal medya, başlarına “kayyum” olarak atanan iktidar yanlısı rektörü istemeyen öğrenciler, yani iktidar kimi hedef gösterirse kolluk güçleri ve yargı anında harekete geçiyor. Bu saldırı politikası öyle çığırından çıkmış durumda ki bir organize suç örgütü lideri ana muhalefet partisi liderini tehdit edebiliyor ya da bırakalım Kürt hareketi ve sosyalist güçleri en son Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanının yaptığı gibi ana muhalefet partisinin yöneticileri bile “teröristlik” ile suçlanabiliyor. Yani devletin baskı çarkı bu güçlere karşı aralıksız çalışıyor.
Yalçın’ın “Talimat dinlemeyen delileri”nin saldırılarına uğrayan isimlere bakınca bu isimlerin hepsinin milliyetçi-muhafazakar çizgide duran ancak ‘Cumhur İttifakına muhalefet eden, Bahçeli ve Erdoğan’a yönelik eleştirileriyle öne çıkan isimler olduğu görülüyor. Başka bir deyişle, saldırıya uğrayan isimlerin hepsi bugünkü iktidar bloku ile aynı siyasi gelenekten gelen ancak son yıllarda bu bloktan ayrılanların kurduğu partilerde siyaset yapanlar ya da onları destekleyen gazeteciler. Daha çok da MHP’den ayrılıp Akşener’in İP’inde yer alan ya da onu destekleyen isimler.
Saldırılara hedef olan isimler ve saldırıların yoğunlaştığı döneme bakınca karşımıza şu gerçek çıkıyor: İktidar blokundaki çözülmelerin belirginleşmeye başladığı; MHP’den ayrılan Akşener’in İP’i kurmasının ardından AKP’den ayrılan Davutoğlu’nun Gelecek ve Babacan’ın Deva partilerini kurduğu bir dönemde yoğunlaşan ve özellikle Bahçeli ve Erdoğan’a yönelik sert eleştirileriyle öne çıkan isimlere yönelen bu saldırılar aslında iktidar blokundaki çözülmeyi baskı, şiddet ve tehditlerle durdurmayı amaçlıyor. Yani zamanında dış/karşıt güçlere karşı kullanılan bu ‘sivil’ çeteler bugün ‘içerideki’ çözülmeyi durdurmak için devreye sokulmuş görünüyor. Dolayısıyla arkalarında bir talimat olsun ya da olmasın “münferit” gibi gösterilmeye çalışılan bu saldırıların hepsi aynı amaca hizmet ediyor.
Burada gözden kaçırılmaması gereken bir diğer önemli nokta da şudur: Milliyetçi-muhafazakar gelenekten gelen isimlere yönelik son saldırılar, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidar blokundaki çözülmeyi durdurmak ve yeni güçleri iktidar blokuna dahil etmek için Saadet Partisi, Hüda-Par, Yeniden Refah Partisi, DSP gibi partilerle temaslarda bulunduğu ve MHP Lideri Bahçeli’nin İP lideri Akşener’e “Evine dön” çağrısını yaptığı bir döneme denk geldi. İlk bakışta gazeteci ve siyasetçilere yönelik bu saldılar ile Erdoğan ve Bahçeli’nin “dostane” görüşme ve çağrıları arasında bir karşıtlık var gibi görünüyor. Oysa ne kadar karşıt görünürlerse görünsünler, bu iki tutum dönüp dolaşıp aynı politik hedef etrafında birleşiyor.
Sonuç olarak yaşananlar, iktidar blokunun ayakta kalıp yeni rejim inşasını tamamlayabilmek için her yolu denemekten geri durmayacağını gösteriyor. Bu durum en küçük demokratik bir hakkın kullanımı için bile iktidara karşı mücadeleden başka bir seçenek kalmadığını ortaya koyuyor.
- Devlet ‘yeni sürece’ kayyım atadı! 05 Kasım 2024 05:04
- Yeni ‘süreç’: Demokratik siyasete kurt kapanı 01 Kasım 2024 05:03
- Putin’e ‘Esad’ ricası ve Kürt sorununun çözümü 29 Ekim 2024 12:34
- Bahçeli’nin açıklamaları, TUSAŞ saldırısı ve Öcalan’ın mesajı 25 Ekim 2024 15:04
- Fethullah Gülen: Emperyalizm ve iş birlikçi gericiliğe adanmış bir yaşam 22 Ekim 2024 04:34
- Irak Kürdistan seçimleri ve bölgesel etkileri 18 Ekim 2024 05:00
- İktidarın "Savaş vergisi" barış ve güvenliği sağlar mı? 14 Ekim 2024 04:51
- 'Cumhur'un eli ve siyasi dizayn 11 Ekim 2024 05:00
- Bölgedeki ateş çemberi ve pergelin sivri ucu 08 Ekim 2024 04:49
- Erdoğan’ın ‘Filistin davası’ ve hamasetin örtemediği gerçekler 07 Ekim 2024 04:57
- Ortadoğu'daki ateş Türkiye'ye barış getirir mi? 04 Ekim 2024 04:51
- Nasrallah’ın öldürülmesinin direniş eksenine ve bölgesel gelişmelere etkisi 30 Eylül 2024 04:58