22 Ocak 2021 23:17

Mantıksızlığın mantığı

Üniversite öğrencilerinin kayyum rektörlere karşı düzenlediği eylemde taşınan bir döviz

Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Paylaş

Boğaziçi rektörü fiyaskosu siyasetin de ülke yöneticilerinin de düzeyini net bir şekilde ortaya koydu. Mantıksızlığın kısa tahliline geçmeden, bu denli mantıksızlığın nasıl gerçekleşebildiği üzerinde bir-iki laf etmek istiyorum.

Aşağıda kısaca açıklayacağım mantıksızlık öylesine açık ki, ya bunu söyleyen siyasetçi akıldan yoksundur, ya da bu lafı nasıl olsa seçmenler anlamaz ve partinin oylarına da halel gelmez düşüncesindedir. Birincisi siyasetçinin, ikincisi ise tüm milletin akıl ve muhakeme düzeyi ile ilgili kuşkuyu gündeme getirmektedir. Siyasetçilerin yüksek tahsilli olması aranır da, demek ki bu denli mantıksızlık yüksek tahsille dahi olanaklı olamamaktadır!

Boğaziçi rektörü üzerinde yürütülen tartışmalar nedeniyle siyasi cepheden ferman buyurulmuş ki, üniversitelerin harcamalarını devlet karşılıyor olduğundan üniversiteler muhtar kurumlar olamazmış! Kısacası, para devletten çıktığına göre, üniversiteler de devlete bağlı olmalı hatta belki de devlet tarafından yönetilmeli imiş. Bu ifade özde yanlış değil, ama devletin parasını parti kullanır ve üniversiteyi partileştirirse, meselenin rengi değişir.

Bir defa, hükümet devlet demek değildir. Devlet teorisinde bilinen kuraldır ki, devlet durağandır ve temel ilkeleri sık değişmeyen çerçeve yapıdır. Hükümet ise, bu çerçeve dahilinde, seçimle değişebilen ve ana çerçeve dahilinde siyasi uygulama aracıdır. Zaten bundan dolayıdır ki, parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığı aynı kişide olamaz, olmamalıdır. Türkiye’de oldu da, nasıl oldu, uluslararası ya da evrensel hatta burjuva hukuku kuralları çerçevesinde mi oldu? Hayır, bu ucube saray yanlısı akıl danesi hukukçular ve AKP’nin “dava” konusunu kanları pahasına uygulamaya koymaya kendini adamış parti müritlerinin ülke ve devlet aleyhine cahilane gayretleri ile yapıldı. Cumhurbaşkanı “dava” nın, o dava her ne ise, başkumandanı olarak uğursuz mücadeleyi yürütürken, altına Meclisi çekmesi için partiyi de altına almış oldu. Kararların nasıl alınabileceği ortadadır. Kısacası, kararlarda cumhurbaşkanlığı mı, yoksa parti başkanlığı mı başat olacak diye düşünmeye gerek dahi yoktur. Karar anında böyle bir çatışma söz konusu olmaz, çünkü üst makam parti başkanı olarak tarafsız olamayıp, partisi yanlısı davranacağına göre, cumhurbaşkanı olarak da tarafsız davranması mantıken söz konusu olamaz. O zaman cumhurbaşkanının tarafsızlık yemininin temeli vardır, diyebilir miyiz?

İkinci mesele de devletin para verdiği kuruma başat olması cahilliği ile ilgilidir. Bir kere, siyasilere “devlet büyüğü” söylemini kaldıralım. Siyasiler, hangi mevki ve makamda olursa olsun halkın hizmetkarıdır, büyüğü değildir. Bu konuyu halkımız da, özellikle de siyasilerimiz de kafalarına kazımalıdır. Demokrasinin ön koşulu olan bu ilke benimsenmedikçe, millet köle olmaya mahkum olur. Siyasi hizmetkarlar harcamaları ceplerinden değil milletin vergilerinden yapmaktadırlar. Kısacası para siyasilerin değil, milletindir. Millet harcanan parasının hesabını doğal olarak sorar, bu hesabı millet adına harcama yapan siyasiden de sorar. İşte, üniversitelerin siyasetten bağımsız olmasının kritik noktalarından biri budur. Üniversiteler bilim üretim ve yayma işini siyasilere zemin olsun diye değil, milletin düşünce ve teknik alanlardaki refahının yükseltilmesi için yapar. Bu anlamda millet akademiden hesap sorar, ama siyasetçi soramaz. Üniversiteler partinin emrinde üretim yaparsa, partinin emeli doğrultusunda fikir oluşturursa, bu durum kısa süreli olarak parti “dava”sına hizmet eder, ama uzun dönemde parti ile beraber ulus da tarih sahnesinden silinir. Akademi siyasilere de ayna tutmayıp, onların çizgisinde yürürse, uluslararası alanda ülke itibar kazanamaz, ekonomik gelişmesini sürdüremez, aynen bilim ve teknikte gelişmesini sürdüremeyen Osmanlı’nın batı karşısındaki hezimeti gibi, gelişen dünya medeniyeti ve tekniği karşısında çöker.

Siyasilerin dava hırsını ve ona bağlı olarak iktidar hırsını ulusun refahı ve ilerleyişinin önüne koyması cahillikten öte, kasıt ve ulusu çökertme harekatıdır. Akademi hiç tereddüte mahal bırakmayacak şekilde siyasetten, sermayeden, her türlü dinsel ve benzeri baskıcı sosyal ve siyasal kurumlardan bağımsız olmalıdır. Akademinin siyasetten ve sair baskı gruplarından bağımsız olması ulusun geleceği için olduğu kadar, bizzat siyaset yapısının ve bu yapıya hapsolmuş hırsıyla amacını gerçekleştirmeye çalışarak ülkeyi ve kendisini felakete sürükleyen siyasilerin de yararınadır. Siyasetten bağımsız olması gereken yargı erki gibi, akademi de siyasetten bağımsız olarak siyasetin karşısına dikilmek durumundadır. Bu bağlamda, Boğaziçi sorunu tek olay değildir, ancak çatışmanın çok güçlü göstergesidir. Gelişmeler salt Boğaziçi bağlamında ya da kamu kurumlarında da değil, daha geniş boyutta vahim şekilde gelişmeye gebedir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa