23 Ocak 2021 23:02

İsmail sivrisi

Fotoğraf: Özer Akdemir

PAZAR
Paylaş

Çok erken yaşta aramızdan ayrılan emek ve doğa dostu Prof. Dr. Telat Koç’un anısına saygıyla...

Kapadokya’nın kuzeye bakan yüzünde bir dağ vardır. Dağ dediysek aklınıza Ağrı, Nemrut, Erciyes gelmesin hemen. Bozkırın dağları onların en küçük yavrusundan bile daha küçüktür. Hepi topu birkaç yüz metre yükselir ancak ova toprağından. Nasıl olduysa bağların, bostanların, sarı başaklı buğday tarlalarının arasından göğe doğru başını kaldırmış, ama sonra daha fazla yükselmekten vazgeçip bulundukları yere büzülüp kalmış gibidirler.  

Bozkır’ın ortasında yükselen iki yüce dağın heybetinden ürkmüşlerdir belki de. Biri Erciyes, diğeri Hasan Dağı. Başları her daim karlı, dumanlı olan bu iki dağ bozkırın beyleridir hiç kuşkusuz. Belki de ondandır bütün diğer dağların onların heybeti karşısında büzülüp kalmaları.  

Sadece, Kapadokya’nın kuzeye bakan yüzünde yükselen İsmail Sivrisi yanında yöresindeki yassı tepeciklerden hemen ayırır kendini. Ne güneşin doğduğu yönden vakurla dikilen Erciyes’e eyvallah eder, ne güneyinde, zirvesinde karın fırtınanın eksik olmadığı Hasan Dağı’nın öfkesine pabuç bırakır.  

Uzaktan bakılınca yaylaya konmuş bir Türkmen çadırıdır sanki. Bu toprakları yurt edinmiş kadim insanların izlerinin gömüldüğü, üzerini otlar bürümüş höyüklerle dalgalanan ovada birdenbire göğe doğru diker başını. Etrafı allı morlu kır çiçekleri, sarı başaklı buğday tarlaları ve kıpkızıl topraklardan fışkırmış gibi duran yamru yumru üzüm bağları ile bezelidir. Bu haliyle, ucu fırfırlı, kat kat yükselen bir köçek entarisine de benzer.  

Ovada ekili tarlaların arasında görünen yeşil adacıklar, bu sarı-boz renkli tablonun içerisine serpiştirilmiş benekler gibidirler. Bu yeşil benekler, elma, armut, vişne, kiraz bahçeleri, etrafları kayısı ağaçları ile çevrili bağlardır çoğu zaman. Allı turnaların konak yeri olan küçük sulak alanlar da vardı eskiden kır ovadaki yeşil beneklerin arasında ama o sular kuruyalı, o turnalar uçup gideli çok oldu…

Ucu bucağı belirsiz uzanan bu sarışın bozkır tablosunda, göze çekilen yeşil sürme gibi ince ince çizgiler de görülür bazı yerlerde. Bunlar, döne kıvrıla ovanın susuzluktan yanan bağrına akan küçük bir derenin etrafındaki kavaklar ve söğütlerdir.  

Bozkırın cennetleridir bu küçük dereler. Suyun çıktığı yeri cennete çevirmiştir tüm canlılar. Kurbağaların şarkısı hiç eksik olmaz buralarda. Yılanlar, tarla fareleri, su içmeye gelen tilkiler, tavşanlar, tarla kuşları ve binbir çeşit böceğin şarkıları ile çınlar dere boyları. Hele geceleri, yıldızların milyon tanesinin göğü kapladığı bulutsuz yaz akşamları, bir pınar başında, bir dere kenarında yatıp gecenin o seslerini dinlememişseniz, dünyanın o en güzel korosundan, doğanın o en yanık, en hüzünlü ve en şen şakrak türküsünden mahrum kalmışsınız demektir.

İsmail Sivrisi’ne adını veren İsmail Baba’nın mezarı tepenin zirvesinde yer alır. Eskiden kayalarla, taşlarla çevrelenmiş, toza toprağa karışıp yitmesi böylece engellenmiş olan mezar, bugün kıble yönüne iki minyatür minarecik dikilen, yeşile boyalı bir betonun altına gömülmüştür, ne yazık ki!

 İsmail Baba kimdir, necidir, rivayet muhtelif. Üç dört kuşak öncesinden anlatılan bir sürü mesel vardır ona dair. Kimi taa Horasan’dan gelen bir ermiştir der onun için, kimi Alperenlerden bir komutan, kimi bozkırda yaşayıp ölüp gitmiş garip bir çoban.

Eskiden var mıydı bilinmez ama etrafında birkaç alıçın dışında ağacın bulunmadığı İsmail Sivrisi’nin yakınından ağaç kesenlerin başına olmadık işlerin, felaketlerin geldiğine inanır köylüler. İsmail Baba’nın mezarının altından kaynayan suların tüm ovayı beslediği söylenir. Mezar yerinin hemen altındaki köyün adı da zaten buradan gelir; Altıpınar.  

İsmail Sivrisi Genezin’den (Özkonak), Köşektaş’a, Kızılağıl’dan Kalaba’ya kadar göz alabildiğince gördüğü ova yerleşimlerinin su deposudur. Dağın derinliklerinden kaynayan sular, yer altı dereleriyle Hacıbektaş’a, Avanos’a hatta Yozgat’ın çöllerine kadar akar gider. Ovanın bazı yerlerinde toprak üstüne çıkan, halkın deyimiyle kaynayan bu suların içimine doyum olmaz. Tadına etrafında biten yarpuz, nane ve reyhanların kokusu sinen buz gibi bir sudur bu. Bozkırın en kıymetli hazinesidir, yaşam pınarıdır...

Geçen sene, İsmail Sivrisi’nde taş ocağı açmak istedi bir şirket. Devlet kurumları istediği izni verdi şirkete ancak halk dikildi karşısına. Su deposu olan bu dağda açılacak bir taş ocağı yörenin felaketi olacaktı kuşkusuz. Neyse ki halkın kararlılığı geri adım attırdı devlete. Verdikleri izni geri aldılar.

Bu taş ocağı tartışması henüz sona ermişti ki bu sefer yine İsmail Sivrisi’nin güney yamaçlarında, yer altı şehri, manastırı ve Kapadokya’nın kendine özgü tüm güzelliklerini barındıran Genezin’in yaslandığı Ziyaret Dağı’nda bir altın madencisi şirket peydah oldu. Devlet kurumları Kanadalı bu şirkete de hemen istediği altın arama iznini verdiler. Şirket, bozkırın tam ortasında, emek emek büyütülen çamları kökleyerek sondaj çalışmalarına başladı. Yirmi yılın emeğini bir günde yok ettiler!..

Şimdi bozkır köyleri bu altın madencisi şirketin derdine düştüler. Yedikleri, içtikleri, konuşup görüştükleri tek konu bu oldu neredeyse. “Nasıl taş ocağını kovduksak, bunu da kovacağız. Kapadokya’yı, sularımızı koruyacağız. İsmail Baba mezarında rahat uyuyacak!..” diyorlar.   

Ne Erciyes’in ne Hasan Dağı’nın efelenmesine boyun eğmeyen İsmail Sivrisi gibi başlarını dimdik tutuyor bugün bozkır köylüleri. Onlar da, ülkeyi kasıp kavuran, yağmalayan bu zamane beylerine pabuç bırakmayacaklar...

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa