Zaman tüneli
Fotoğraf: Google Maps
Tıbbı Adli Müessese Başkanı Dr. Halit Bey 20 Aralık 1931 tarihli Son Posta gazetesinde adliye sarayının yanında ayrıca bir Adli Tababet Dairesi olmayan devletlerde adaletin eksik tartılacağından şüphe etmememiz gerektiğini belirtmiş. Adalet günümüzde yalnız adli tıp uygulamalarının olmaması veya yetersizliğinden eksik tartılmakla kalmıyor, artık ortada tartı da yok gibi duruyor ama konumuz bu değil. Bilimsel anlamda yetkinleşmiş, tüm uluslararası teknolojilerin kullanıldığı bir Adli Tıp Kurumu var var olmasına da gerek bağlı kuruluş kimliği gerekse sahada gündelik uygulamalar açısından epey bir derdimiz olduğu yadsınamaz bir gerçek. Adli tıp uygulamalarının 1931’de tarif edilen bu ilişkilenme biçimi bugün hâlâ aşamadığımız bir sorun olarak karşımızda.
Adli Tıp Uzmanları Derneğinin kuruluşu 30 yıla yaklaşırken, biz neden adli tıp uygulamalarının bir tıbbi değerlendirme süreci olması gerektiğini, tüm sağlık uygulamaları gibi bir ekip çalışmasının gerektiğini anlatabilmiş, adli muayenelerin sağlık ortamlarında ve sağlıklı koşullarda gerçekleştirilmesini başarabilmiş değiliz. Adliye saraylarının yanında değil, tam içinde adli tıp şubeleriyle yaygınlaşmış gündelik uygulamanın sorunları ötesinde bir de uzun yıllar boyunca uğraştığımız ve sınırlı da olsa birkaç hastanede kurulmasını sağlayabildiğimiz adli tıp poliklinikleri ile adli muayenelerin hastane bünyesinde olması gerektiği savını boşa çıkaracak bir düzenlemeye çok yakından bir kez daha tanıklık ettim geçtiğimiz cuma günü.
Malum Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikasının (SES) “Maskeler konuşuyor” etkinlikleri kapsamında Türkiye’nin dört bir yanında yürüttükleri özlük hakları mücadelesi önce “rüşvetçilik” diye karalanmaya çalışıldı. Bu yakışıksız suçlama tutmayınca da Ankara’nın zaten hayli sorunlu “güvenlik” anlayışı bir kamu hastanesi önünde açıklama yapacak SES ve Ankara Tabip Odası yöneticilerini derdest ediverdi. Sonrasında yapılan bu uygulamanın Anayasa’ya aykırı olduğunu ifade etmeye çalışan SES yöneticisine “provokasyon yapma” diyen kolluk görevlisinin sesinden sözüne yansıyan şiddeti de hep birlikte gördük, o ses ve farklı sözlere de birebir tanıklık edip bizi Emniyet Müdürlüğü içine alan görevlilerini suçlayıcı tutumundan da görevlilerin başına bir şey gelirse diye kaygı duyduk üstüne üstlük.
Asıl tanıklığımız ise epeydir düzenledikleri ve yetersiz demenin yetmeyeceği, suç unsuru olarak tanımlanabilecek adli raporlarını izlediğim bir hastanenin adli muayene ortamı ile ilgiliydi. Hastanenin acil giriş holünde bez paravanla ayrılmış bir bölümü gösterdiler bize adli muayene alanı diye. Şaşkınlık içinde alandaki açıklıktan paravanın öbür yanına geçince iki koltuk, bir cam bölmenin ardında masa ve gündelik kıyafeti içinde bir meslektaşımızı oturur bulduk. Muayeneleri orada yapıp yapmadıklarını sorunca önce doğruladı, sonra muayene masası olmadığını söylediğimizde, bir koridoru kapılarla böldükleri alandaki muayene masasını gösterip, penceresi olmadığını, salgında güvenli olmadığını ve muayeneye gelenin şikayeti yoksa oraya almadıklarını ifade etti. Adli muayene alanı olarak gösterilen ilk bölüme doğrudan polis odası kapısı açıldığını, acile gelen herkesin konuşulanlara kulak misafiri olacağını da eklemeliyim. Suç unsuru niteliğinde olduğu muhakkak o adli raporlarda her seferinde kolluk görevlisinin içeride olduğunu gösteren bir kayıt bulunma nedenini anlamış olduk böylece. O ortamda insanların şikayeti olsa da söyleme olanağı bulunmadığını, dolayısıyla koridordan bozma muayene masalı alanının pek de kullanılmayacağını söylemek yanlış olmaz ayrıca.
Adli muayeneleri hastanelere taşımanın yetmeyeceği, adli muayenenin amacını ve adaletin sağlanmasındaki yerini kavrayacak bir anlayışı içselleştirmenin gerektiğini görmüş olduk yeniden. Tam da İstanbul Protokolünün ilk yayımlandığı tarihten 20 yıl sonra ve güncellenmiş yeni baskısının Birleşmiş Milletler tarafından hazırlıkları yapılırken, bir zaman tünelinde ’90’lı yıllara taşınan tanıklığımız memleketi de o yılların hak ihlallerini aşan bir noktaya taşımış bu siyasi otoriteye yönelttiğimiz eleştirilerin haklılığını ortaya koyuyor. Ötesinde o zamanlar eleştirdiğimizde belki yargılanır ama en azından beraat ederdik, şimdinin belirsizlik rejimi ise bu resmi de bulanıklaştırıyor.
- Hoş gelmedin yeni yıl, bizsiz olmaz! 02 Ocak 2025 04:46
- Bir ödülün hikayesi 26 Aralık 2024 06:25
- Hüsnü Öndül, insan hakları mücadelesine armağandı... 19 Aralık 2024 04:45
- İnadına tanıklık 05 Aralık 2024 04:41
- Çetelere bütçe 21 Kasım 2024 04:59
- Büyümeden annen sana, ölüm alacak 14 Kasım 2024 04:42
- Bu zamanda hekim olmak 07 Kasım 2024 04:43
- İnsan hakları mücadelesine devam 31 Ekim 2024 04:43
- Çeteler kol geziyor 24 Ekim 2024 04:43
- Kimi, niye aşağılıyoruz? 17 Ekim 2024 04:34
- Şiir yazmanın sorumluluğu 03 Ekim 2024 04:43
- Siyah çöp torbasına atılan insanlığımız 26 Eylül 2024 04:45