‘Militan’ valiler ve parti-devleti!

Fotoğraf: Evrensel
Siyasetin yeni gündem konusu ‘militan’ tartışması.
Tartışma CHP’li Berhan Şimşek’in bir televizyon programında valisi, kaymakamı, yargıcıyla devlet organlarında görev alanların iktidar partisiyle ilişkisine dikkat çekmek için “militan valiler, militan kaymakamlar” sözlerini kullanmasıyla başladı. İçişleri Bakanlığı, Berhan Şimşek’in bu sözleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Ardından CHP Lideri Kılıçdaroğlu da iktidar cephesinden gelen tepkiler karşısında yerel yöneticilerin AKP il örgütleriyle ilişkisine dikkat çeken örnekler vererek Berhan Şimşek’in açıklamasına sahip çıktı. Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamalarına AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Valilere, kaymakamlara, yargı mensuplarına militan diyenlerin kendisi faşistin ta kendisidir” diyerek yanıt verdi. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan da partisinin grup toplantısında “militan “Sözünü hakaret olarak değerlendirerek “Herkes davasını açmalı. Bu memleket sahipsiz değil. Bunların defterini dürene kadar mücadeleye devam edeceğiz” açıklamasını yaptı.
TDK sözlüğünde ‘militan’; “Bir düşüncenin, bir görüşün başarı kazanması için savaşan, mücadele eden kimse” olarak tanımlanıyor.
Peki, vali ve kaymakamlara ‘militan’ denilmesi iktidarı niçin bu kadar öfkelendiriyor?
Aslında bu sorunun yanıtını Türkiye’de 2018’de uygulamaya konulan yeni ‘hükümet sistemi’nde aramak gerekiyor.
Bilindiği gibi Türkiye, ülke tarihinin en şaibeli seçimlerinden biri olan 16 Nisan 2017 referandumu ve ardından yapılan 24 Haziran 2018 ‘baskın’ seçimleri sonrasında ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ adı verilen ‘Türk tipi başkanlık’ sistemiyle yönetiliyor. Türk tipi başkanlık, şeklen de olsa ‘kuvvetler ayrılığı’na dayanan parlamenter sistemden farklı olarak yönetim erkinin tek kişide toplandığı bir yönetim sistemine dayanıyor.
Bu sistemde partili cumhurbaşkanı hem kanunlarla ilgili ve hem de yürütmeyle ilgili kararname çıkarabiliyor. Üst kademe bütün kamu görevlilerinin atamasını da cumhurbaşkanı gerçekleştiriyor. Yani yasama, yürütme ve yargı devletin bütün yönetim aygıtı tek kişiye bağlı çalışıyor. Sadece bu da değil. Tek adam-tek parti iktidarı; büyük bütçeli bütün kamu kuruluşları ve hazine arazilerinin ‘Varlık Fonu’ adı altında Cumhurbaşkanlığına bağlandığı, sermaye örgütü temsilcilerinin bakan olarak devlet yönetimine katıldığı ve bu yönüyle de yönetim aygıtının tekelci sermayenin çıkarlarına dolaysızca bağlandığı bir yönetim sistemi olarak da öne çıkıyor.
Bu sistemde ‘Cumhur İttifakının diğer ortağı MHP’ye bırakılan kadroları saymazsak devlet yönetiminin bütün kadroları partili cumhurbaşkanı tarafından ve kendi hedeflerine bağlı kadrolardan seçiliyor. Sistemin doğası bu. Kendisini “yerli ve milli” ilan eden ve yeni “büyük Türkiye”yi kurma iddiasındaki ‘tek adam-tek parti yönetimi,’ devletin bütün kademelerinde kendi sistemini güçlendirecek kadroları göreve getiriyor. En son Anayasa Mahkemesi tartışmasında gördüğümüz gibi bürokraside artık sayıları oldukça azalmış olan AKP’li olmayan isimler tek tek hedef yapılıp yerlerine iktidar destekçisi kadrolar yerleştirilmek isteniyor. Bırakalım üst bürokrasiyi illerde AKP’li olmayan okul müdürleri bile artık parmakla gösteriliyor.
Bu sistemde başkanın siyasi hedeflerine bağlı olarak belirlenip atanmış vali ve kaymakamlar seçimlerde AKP il-ilçe başkanı gibi çalışıyorlar. Kürt illerinde HDP’li belediye başkanlarının yerine kayyum olarak atanan vali-kaymakamlar resmi olarak adı böyle konulmamış olsa da AKP’li belediye başkanı görevini de görüyorlar. Yargı mensupları Cumhurbaşkanının çağrılarını talimat olarak görüp hemen harekete geçiyorlar.
‘Militan’ sözü Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar sözcülerini rahatsız ediyor olabilir. O zaman durumu şöyle bir soruyla açığa kavuşturalım: Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirebilecek bir vali ya da kaymakam bu görevde bir saat bile kalabilir mi? O zaman adını ne koyarsanız koyun, ama hiçbir şey bu yöneticilerin iktidarın siyasi hedeflerine dolaysızca bağlanmış kadrolar olduğu gerçeğini değiştirmez.
Cumhurbaşkanı Erdoğan her konuşmasında ‘cehape zihniyetini’ eleştirdiği için bu yönetim biçiminin en çok neye benzediğini biz söyleyelim: Tam da CHP’nin 1935 kongresinden sonra oluşturduğu parti-devlet sistemine!
Dünyada faşizmin yükselişe geçtiği bir dönemde yapılan bu kongrede Türkiye Cumhuriyeti’nin bir “parti-devleti” olduğu ilan edilmiş; partinin genel sekreterinin içişleri bakanı ve valilerin parti il başkanı olduğu bir sistem kurulmuştu. Ancak 1945’te İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından dünyada kurulan yeni düzenin bir devamı olarak çok partili sisteme geçiş kararını alanlar da yine bu parti-devleti sistemini kuran CHP’nin başındaki siyasi kadrolar olmuştu.
İşte bugün ülkedeki iktidar bugün için adını koymamış/koyamamış olsa da devletin bütün yönetim kademelerini tek adam-tek partiye bağlayarak tam da CHP’nin parti-devleti dönemine benzer bir yönetim sistemi kurmak istiyor.
Burada 1923’te kurulan ‘eski’ ve bugün kurulmaya çalışılan ‘yeni’ rejimin “çok partili sistem” konusundaki yönelimleri bakımından şu noktaya da dikkat çekmek gerekiyor: Cumhuriyet rejimi, 1924’te kurulan ‘Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı ve 1930’da kurulan ‘Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı yeni rejim için tehdit oluşturdukları gerekçesiyle kapatmış ve belirttiğimiz gibi 1945’te çok partili sisteme geçmişti. Bugünkü tek adam iktidarı ise, Meclisin üçüncü büyük partisini ve yöneticilerini “terörist” ilan edip kapatmakla tehdit etmekte, ana muhalefet partisini “Terör destekçiliği” iddiasıyla sıkıştırıp hedef yapmakta, Cumhurbaşkanı bütün vali ve kaymakamları CHP liderine karşı dava açmaya çağırmaktadır. Tek adam rejimi ittifakını genişletmek için yapılan manevralara bakınca, aslında bütün milliyetçi-muhafazakarları bu rejimin etrafında bir blok olarak birleştirip karşıtlarını yok ederek yeni döneme uygun bir parti-devleti sistemi kurmaya çalışmaktadır.
Zaten AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Valilere, kaymakamlara, yargı mensuplarına militan diyenlerin kendisi faşistin ta kendisidir” derken aslında kurulmak istenen rejimin adını da açıkça ifade ediyordu.
Bitirirken söyleyelim: Bugün iktidarın yeni bir rejim inşasına yönelmiş olmasından bu gidişatın durdurulamaz olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Aksine saldırıları ve yeni dayanak arayışları, iktidarın halktan beklediği desteği almadığını ortaya koyuyor. Öte yandan bu rejimin sınıf karakteri ve dayandığı güçler, onu durdurmak için hangi güçlerin birleşmesi ve nasıl bir mücadele yürütülmesi gerektiği sorusunun yanıtını da veriyor.
***
NOT: Geçtiğimiz günlerde HDP Eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, kendisine ve HDP’ye yöneltilmiş suçlamalara yanıt veren bilgi-belgelerin yer aldığı önemli bir mektup gönderdi. Mektubun tam metni evrensel.net’te ve diğer bazı medya organlarında yayımlandı. Daha önce defalarca dikkat çekmeye çalıştığımız gibi Demirtaş’la ilgili suçlamalar ve HDP’ye yönelik kapatma girişimleri, iktidarın siyasi hesaplarından ve kurmak istenilen rejimden bağımsız düşünülemez. Tam da bu nedenle demokratik bir ülke ve Kürt sorununun barışçıl çözümü mücadelesinin bir parçası olan bu davaların takipçisi olmaya devam edeceğimizi belirtiyor, dayanışma duygularımızı iletiyorum.
Evrensel'i Takip Et