29 Ocak 2021 23:10

Kafesten kaçamayanlar…

Görsel: Netflix

Paylaş

“Strangers” (2000) ile dikkat çektikten beş yıl sonra, “Man Push Cart” ile bir adım daha ileri adım atan, ardından 2007’de “Chop Shop” filmiyle uluslararası tanınırlığa ulaşan Ramin Bahrani sonrasında bir duraklama dönemine girmişti adeta. “Hoşçakal Solo”, “Ailem İçin”, “99 Ev” ve “Fahrenheit 451” gibi vasat ve vasat altı işlere imza atan İran asıllı ABD’li yönetmenin eski günlerinden esintiler taşıyan bir filmle karşı karşıyayız.

Hintli çok satar kitapların yazarı Aravind Adiga’ya 2008 yılında yayın dünyasının prestijli ödülü Man Booker’ı kazandıran “Beyaz Kaplan” (The White Tiger) üslup olarak tanıdık, ama içerik olarak farklı bir Hindistan hikayesi. Haliyle Bahrani’nin uyarlaması da öyle. Batılı (ya da Batıya açılmış Hintli) yönetmenlerin benzer filmlerinde gördüğümüz bir anlatı hakim burada da. “Barfi”, “PK” ve “Slomdog Millionaire” gibi Hindistan’ın karmaşasını ve şaşaasını gösteren yapımlarda arka fonda ülke hep yer alır. “Slomdog Millionaire”de yoksul bir Hintli çocuğun yırtma hikayesini, PK’de ülkedeki karmaşık inanç sistemini anlamaya çalışan bir adamı izlemiştik. Ancak Adiga’nın metni ülkedeki sınıfsal yapıya, kast sistemine dikkat çekiyor. Yoksulluk estetiğine girişmiyor, Hindistan’ın kadim ve derin kültüründen bahsetmiyor. Daha çok binlerce yıllık kast sisteminin, üzerine gelmiş sömürge döneminin yoksullarda yarattığı biat etme kültürünün kodlarını çözmeye çalışıyor.

“Beyaz Kaplan” birçok benzeri gibi ana karakterin anlatıcı olduğu bir film. Üç kişinin bir arabanın içinde olduğu ve belli ki kaza yapacakları açılış sahnesi bir anda donduğunda, Balram’ın gerçek yüzü ile tanışıyoruz. Balram bizi arabanın içindeki hizmetçi haline doğru bir yolculuğa çıkaracak birazdan. O yoksulluktan zenginliğe ulaşmış birisi. Ve artık bir girişimci olarak ülkeyi ziyaret edecek olan Çin başbakanına mail atma cüretinde bulunuyor. Mailinde bütün hayat hikayesini yazarak nasıl zengin olduğunu anlatıyor. Biz de bu hikayeyi takip ediyoruz haliyle. Öte yandan bu ‘komünist’ simaya hitap ederken, demokrasi, eşitlik, sınıf meselesi gibi alanlarda konuşmak için geniş alanlar açılıyor haliyle. 

Balram, yoksul bir köyde yaşıyor, annesi ve babası o çocukken ölmüş. Tatlıcı kastına mensup. Köy bir toprak ağasının ağır sömürüsü altında, onlara bakan babaannesi ise çocukların emeklerini sömürmekle meşgul. Balram çok zeki olmasına rağmen eğitim fırsatı elinden alınıyor, bir çay ocağına veriliyor. Bu zeki çocuk, ağanın Amerika’da eğitim görmüş görece daha ‘medeni’ oğlunun şoförü olmayı başarıyor. İşleri daha modern hale getirmeye çalışan Ashok ve Amerikan asıllı Hintli karısı Pink’in gönlünü ve dostluğunu kazandığını düşünen Balram, sınıf ve kast farkı gerçeğiyle acı bir şekilde bir kez daha karşılaşıyor. Ancak bu kez ondan beklenmeyeni yapıyor.

Filmin ve belli ki metnin Hindistan’daki kast sisteminin, üzerine inşa edilmiş sömürge döneminin bugün bile ülke yoksullarının büyük bir kesimini nasıl hizmetçi kafasına soktuğunu, milyonlarca insanın birilerine hizmet etmeyi lütuf olarak gördüğünü, bu olmadığı durumlarda kendilerini eksik ve suçlu hissettiklerini farklı karakterlerin etrafında dolanarak anlatıyor. Ama bütün meseleyi halletmiş birisi olarak Balram’ın gözünden dinliyoruz bu hikayeyi. Ülkenin toprak ağalarının, sanayi burjuvazisi ile siyasetçiler arasındaki karşılıklı çıkar ilişkisini (Biraz Kör gözüm parmağa olsa da) gösteriyor bizlere. Film bu keskin sınıf farkını Balram’ın “Hindistan’da iki dünya vardır” sözüne uygun bir şekilde işliyor aslında. İlk bölümde yoksulların, ikinci bölümde ise zenginlerin dünyasına davet ediyor bizi.

Öte yandan horoz metaforu hikayenin esas noktası gibi sıkça tekrar ediliyor. Balram, Hintlilerin büyük kısmını kafeslerde kesilmeye bekleyen horozlara benzetiyor. Sıranın kendilerine geleceğini bildikleri halde sessizce duran, kaçmaya bile yeltenmeyen horozlara. Film boyunca da bu metaforun altığı biçimleri aktarmaya devam ediyor. Balram’a göre ülkede zengin olmak için iki yol var. İlki siyasete girmek, ikincisi ise suç işlemek. Karakterimizin zenginliğinin siyasetten kaynaklanmadığını tahmin edersiniz. Ki zaten finalde film de karakter yaptığı şeyi bir çözüm olarak sunmuyor. Kendisinin artık saf değiştirdiğini açıkça söylüyor.

Romanı okumadığım için bir yorum yapmayacağım ama filmin ‘Batı’ ve ‘Doğu’ ile kurduğu ilişkideki sıkıntılara değinmeden geçmeyelim. İki yüzyıl boyunca İngiliz sömürgesi altında yaşayan bir ülkenin içine düşürüldüğü yoksulluğu, halkının ‘efendi’ olmadan yapamayacak olmasını bu duruma dikkat çekmeden anlatmak da fazlaca Batılı sanki. Filmde Balram’ın “Gelecek sarı ve buğday tenlilerin olacak” vurgusu temasıyla da inceden dalga geçildiğini, Batı terbiyesi görmüş olanların ehvenişer olduğunun altının çizildiğini de ekleyelim.

Hindistan hakkında Aravind Adiga’nın kitaptaki gözlemlerinin, Ramin Bahrani’nin filmdeki yorumlarının yanlış olduğunu düşünmüyorum. Kuşkusuz ki doğruluk payları yüksek. Yine de Hindistan’da on binlerce çiftçinin sokaklarda olduğu bugünlerde o kadar da umutsuz olmamak gerek belki de.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa