Siyasetçi akademi ilişkisi

Fotoğraf: Evrensel
Boğaziçi Üniversitesine yapılan rektör ataması akademi dünyası açısından yakışık almadığı gibi, siyaset dünyası açısından da hayırlı bir hedef göstergesi olarak görülemez. Ne hazindir ki, işin özü bu olduğu halde, bilinçaltının denetimsiz öç patlaması siyaset cenahını fazlasıyla mutlu kıldı. Akademi ile siyasi cephenin bu denli açık karşılıklı konumlanmaları salt akademi dünyası için değil, fakat tüm ülke siyaseti, hatta geleceği için fazla hayra alamet değildir. Bu tasarruf bir siyaset gereği icraat ise ve siyasetçi kendisini haklı görüyor ve güçlü ise, aracı kullanmadan, halkın karşısına çıkıp uygulamayı savunmalıdır. Bu denli tepkiye rağmen sessiz kalıp meşum kararın zaman içinde taraflarca soğurulmasını beklemek ne aklıselime ne de siyasi etiğe sığan bir davranıştır.
Peki, siyasi erk bu denli tahripkar bir atama işleminden sonra halkın karşısına çıkıp meşum icraatını anlatamamakta mıdır, yoksa anlatmamayı mı tercih etmektedir? Bu sorunun yanıtı, hem de akademisyen geçmişi olan bir siyasetçinin akademik rütbelerini sökme pahasına karar merci adına konuyu cahilce açıklamaya kalkmasında gizlidir. Bu durum siyaset kadrosunun bir kere oyları alıp koltuğa oturduktan sonra halka bakışının hüzün verici yansımasıdır. Bilinmelidir ki, bir dönem alınan oy siyasilere mülkiyet hakkı değil, ancak geçici süre ve emaneten kullanım hakkı sağlar.
Akademi-siyaset ilişkisi salt Türkiye’de değil, tüm ülkelerde de fazla iç açıcı değildir. Bunun sebepleri çok kez yazıldı, konuşuldu. O nedenle burada hiç bu konuya girmeden, konuyu daha geniş bir çerçevede ele almak istiyorum. Sözünü etmek istediğim geniş çerçeve, akademik kadronun desteklenmesinden yetişme olanaklarının sağlanmasına ve hepsinin üzerinde bilimsel özgürlüklere müdahale edilme ya da edilmeme konularını kapsamaktadır.
ABD’de akademik çalışmalarını sürdüren Sancar Hoca’nın Nobel’e layık görülmesi, korona aşısındaki başarısı dolayısıyla Almanya’da çalışmalarını yürüten akademisyen ailesi gurur kaynağımız oldu. Zaman zaman gazete sayfalarında gördüğümüz bazı gençlerimizin çeşitli ülkelerde elde ettikleri başarılar da yine bizleri gururlandırır. Ben bu meselelere kuru bir gurur kaynağı olarak değil de, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken hüzün verici bir konu olarak bakıyorum. Benim bu insanlarla ilgili düşüncem iki farklı şekilde oluşur. Birincisi, böylesi insanların tüm insanlığa yaptıkları katkılardan dolayı mutlu olurum. İkincisi, bu insanların insanlığa yaptıkları katkıların Türkiye’de sağlanmayıp, gittikleri ülkelerde sağlanan koşullardan dolayı gerçekleşmesinden de hüzünlenirim.
Siyasetçilerin, günü kurtarma ve partisel ya da kişisel siyasi bekanın sağlanması adına akademi dünyasında partizanca kadrolaşma saçmalığından vaz geçip, ülke bekası ve uzun erimli akademik kazançlar adına akademiden elini çekme basireti göstermesi gerekir. Sayın Sancar’ın Türkiye’yi ziyaretinde takındığı anlamlı tavır aklı başında her politikacıya mesaj niteliğinde olmuştur. Bilemiyorum, bu mesaj alınmış mıdır!
Ancak, şunu da gözden uzak tutmayalım ki, gıpta ettiğimiz Batı dünyasında da akademi-siyaset ilişkisi pek arzulandığı düzeyde değildir. Bilim dünyası üzerinde uzun süre hakimiyet kurmuş olan kilise ve ruhban çevresi Orta Çağda çoğu icat ve keşiflere karşı çıkmıştır. Aydınlanma dediğimiz olay kilisenin ve ruhban sınıfın zorba baskısının kırılması ile gerçekleşmiştir. Osmanlı’nın da bu konudaki günahı Batı’da kiliseninkinden pek farklı değildir. Matbaanın türlü saçma iddialarla ülkeye geç getirilmesi, rasathanenin top atışıyla yıkılması, din adına işlenmiş gericilerin anlayamayacağı büyük günahtır. Ne hazindir ki, batıda da doğuda da din adına yapılan saçmalıklar insanlığı yıllarca geriye götürmüştür.
Günümüzde gericilik kutsal alandan siyaset ve akademi alanına kayarak, bu kez de sahneye sermaye çıkmıştır. Bugünün dini de sermayedir; üniversiteleri ele geçirip üstyapı kurumu haline dönüştüren sermaye bu kez de bilimsel faaliyetlerin sermaye ideolojisi yönünde şekillendirilmesinde başat olmakta ve buna uymayanları da sistem dışına atmada beis görmemektedir. Ne olduğu belli olmayan 16 Temmuz darbesi sonrasında güzide üniversitelerimizden yüzlerce akademisyenin mahkemeye sürüklenmesi ve kurum dışına atılması kör siyasetin hizmetkarlık anlayışı ile yaptığı akademik cinayettir. Bu harekat üniversiteler üzerinde yürütülen cehaletin kadrolaştırılma cüretidir.
Sebep ve tanı ne olursa olsun, akademi ile böylesine uğraşmak ve onu çürütmeye çalışmak acaba kimin işine yarar? Siyaseti desteklemede kısa vadeli meşum çıkarını uzun vadeli toplumsal çıkara yeğleyen siyasi bağnazların işine yarar da, acaba siyasi kadro kendi kendine mi böyle bir emri verir? Hayır, bu durum siyaset tekniği olarak olanaklı değildir! O halde, ülkede akademinin çökertilmesi emri kimler tarafından hangi çevrenin yararına verilmektedir ve kimler bu “yıkıcı emre itaat”i görev bilerek uygulamaktadır?
Evrensel'i Takip Et