Devleti temsil etmek
Boğaziçi Üniversitesi önü | Fotoğraf: Evrensel
Faşizm dönemlerinde devlet birden kutsal mertebeye çıkar. En alt düzeydeki bir polis memuru dahi kendini devlet sayar ve devleti temsil ettiğini düşünür ya da karşısındakinin öyle düşünmesini ister. Babası ile bankaya giden 18 yaşından küçük gence elini cebinden çıkar diyen polis iste böyle düşünüyor. Gencin de böyle düşünmesini istiyor. Gence dokuz yüz küsur lira ceza yazan polis orada devlet oluyor. Gencin de devlet karşısında elini cebinden çıkarması ve hazır olda durması gerekiyor.
Polis kendini devlet sanıyor da Boğaziçi Üniversitesine atanan kayyum da öyle hissediyor herhalde. Sosyal medya paylaşımında üniversite mensubu birisi polislerin öğrencileri darbedip gözaltına alırken kayyuma polise müdahale edin, öğrencileri bıraksınlar dediğinde kayyumun ben burada devleti temsil ediyorum, o zaman devlet zarar görür dediğini yazmış. Devleti temsil ediyor. Belki de devlet kendini oraya kayyum atadığı için devleti temsil ettiğini, geri adım atarsa, öğrencilere sahip çıkarsa onu oraya atayanın, devletin prestijini sarsacağını, bu yüzden, atayana yani devlete zarar vereceğini düşünüyor.
Kendini atayanı devlet sanan, kendini devleti temsil ettiğini sanan, öğrenciyi savunamam, itiraz edenden yana olamam diye düşünüyor.
Üniversitenin rektörü olduğunu iddia eden biri devleti temsil etmez. Üniversitesini temsil eder. Öğrencileri, hocaları, akademisyenleri, üniversitenin tüm çalışanlarını temsil eder. Bilimin temsilcisidir. Özgür düşüncenin temsilcisidir. Bu nitelikleri nedeniyle devlet ile ilişkisi düşünüldüğünde aslında karşısında bir yerde durması gerekir.
Altmışlı yıllarda üniversiteye polis giremezdi. Üniversitelerde özel güvenlik falan da yoktu. Dekanları o fakültenin hocaları seçer, rektörler de hocalar tarafından seçilirdi. O yıllarda mücadele mali özerklik ve dekan, rektör seçimlerine öğrencilerin de katılması için verilirdi üniversitelerde. Yetmişli yıllarda seçimlere üniversitede çalışanların da katılması eklenmişti. Bazı üniversitelerde öğrenci temsilcileri üniversite yönetim toplantılarına katılma hakkını da aldılar.
12 Eylül, üniversiteleri birer lise haline getirdi yönetim açısından. YÖK başkanı, milli eğitim bakanına döndü. Üniversiteler YÖK’e bağlandı. Rektörleri cumhurbaşkanı seçmeye başladı. Ve en sonunda artık üniversitelere kayyumlar atanmaya başladı. Eşini kızını idari sekreter yapan, bütün akrabalarını okula dolduran, öğretim üyelerini kişiye özel ilanlarla okula alan kayyumlar. Bilimsel yayını olmayan, intihalci, tezlerini parayla başkasına yazdıran sözde akademisyenler vs.
12 Eylül ve YÖK ile başlayan süreci AKP iktidarı sıçrattı. Büyük geriye sıçrama. Medrese sistemine doğru bir geriye gidiş.
Kayyumların aslında kendilerini devlet temsilcisi sayması belki de doğru. Üniversitede kimse tarafından seçilmemiş ve “devlet” tarafından atanmış birinin kendini devletin temsilcisi sayması garip değil belki de…
Her ne ise…
Üniversiteden kimseyi temsil etmediği açık.
Devlet elini çekmeden üniversite üniversite olmaz.
- Sıra CHP'de 14 Ocak 2025 04:44
- Metin Göktepe ve Metin Göktepe gazeteciliği hep yaşayacak 08 Ocak 2025 04:32
- Umut var mı? 07 Ocak 2025 04:40
- Algı yaratmak mı, bilgilendirmek mi? 31 Aralık 2024 06:40
- Çetin günlere hazırlanmak gerek 24 Aralık 2024 04:41
- Kartlar yeniden karılıyor 17 Aralık 2024 04:41
- Suriye'yi bekleyen 10 Aralık 2024 05:01
- Savaşa ve yoksulluğa karşı ittifak 03 Aralık 2024 06:40
- Kayyım 26 Kasım 2024 04:41
- Onların çocukları 19 Kasım 2024 04:42
- Etki ajanlığı 12 Kasım 2024 04:59
- Senaryo belli oldu 05 Kasım 2024 04:52