1 Şubat 2021
Fotoğraf: DHA
1 Şubat 2021 yıllar boyu hafızalardan silinmeyecek. Alaattin Çakıcı II. Elizabeth’e parmak ısırttıracak konvoyuyla adliyeye ifade vermeye giderken, Cumhurbaşkanı ve AKP Lideri Erdoğan parti kongrelerine “Siz LGBT gençliği değilsiniz” diye sesleniyordu. Aynı saatlerde kendisinin teamüllere aykırı olarak atadığı rektöre karşı Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri kampüslerinde toplanmaktaydılar. Öyle bir gün yaşadık ki içinde yaşadığımız dönemin eksiksiz bir manzarası gözler önüne serildi.
Resmi muhalefetin ağzından düşürmediği üç konu var: Tek-adam rejimi, liyakat ve adalet. Boğaziçi öğrencilerinin ve akademisyenlerinin karşı çıktığı rektör ataması her üç konuyu da yoğunlaşmış bir biçimde somutlaştıran bir hadise oldu. Nitekim, tek taraflı bir irade beyanıyla atanan rektör liyakat açısından seçilebilecek en kötü adaylardan biri. Bırakın Boğaziçi Üniversitesinin akademik kriterlerine uygun olmayı, doktora tezinde yaptığı alıntıları tırnak içine koyup, kaynak vermeyi bile gerek görmeyen bir kişi. Akademisyen diyemiyorum çünkü akademinin bu temel kuralını bile uygulamayan bir kişiye genelde doktor unvanı verilmez, intihal nedeniyle soruşturma açılır. Yazdığım beş paragraflık köşe yazısında dahi kaynak vermekten, tırnak kullanmaktan vazgeçemiyorum. Akademik ahlak bunu gerektirir.
Neden Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne böyle biri uygun görülmüş olabilir? Kriterlere değil, şahsın keyfine göre kurulmuş bir rejim olduğu için bu sorunun cevabını bilmek elbette mümkün değil. Ancak Boğaziçi atamasının başka atamalarla önemli benzerlikler taşıdığını gözlemlemek mümkün: Örneğin, Eski Milli Güreşçi Hamza Yerlikaya’nın Vakıfbank Yönetim Kuruluna atanması. AKP’nin bankacısı, akademisyeni yok mudur? İlla ki vardır. Burada esas amaç tam da liyakati olmayan birinin atanarak siyasi iradenin gücünün ispatlanmasıdır. İktidarın, elinin değdiği her şeyin ve herkesin niteliğini tamamen değiştiren sihirli bir kudrete sahip olduğunun kanıtlanmasıdır. Bu sihir irade sahibini irade sahibi olmayanlardan mutlak bir biçimde ayırır.
Tarihte mutlak iktidar sahiplerinin dönemin liyakat kriterlerini bilhassa çiğneyen atamalarına sık rastlanır. En meşhur örneklerden biri Roma İmparatoru Caligula’nın, favori atı Incitatus’u bir tarihçiye (Suetonius) göre senatör, diğer bir tarihçiye göre (Cassius Dio) rahip atamasıdır. Hadiseden yüzyıl sonra yazan tarihçilerin anlattığı hikayelerin olanları ne kadar isabetli yansıttığı elbette tartışmalıdır, ancak ana fikirleri açıktır. Incitatus hadisesi iki işlev görür: 1) İmparator bir atı dahi senatör yapacak kudrete sahiptir; 2) Senatörlerle atın imparator nazarında ve ona nazaran bir farkı yoktur. Mutlak iktidar rejimlerinde atamaların liyakate aykırı gerçekleştirilmesinin nedeni de budur. Nihayetinde liyakatin meşruiyeti siyasi iktidarın yetkisinin dışındaki, özerk bir alana dayanır. İktidarın mutlak olabilmesi için liyakatin ortadan kaldırılması bir zorunluluktur.
Adalet kavramı da mutlak iktidarın iradesi dışında bir alanı varsayar. Mutlak iktidar ise kendisi dışında hiç kimsenin hakkı veya haklı olamayacağını, adaletin kendi iradesinin bir ihsanı olduğunu iddia eder. Bu anlamda liyakate ilişkin itiraz doğrudan adalete ilişkin taleple bağlantılıdır. Boğaziçi Üniversitesi atanan rektörün liyakatine itiraz ederken bir adalet talebini dile getirmektedir ve adalet talebi en doğal ve engellenemez insan hakkıdır.
Ne var ki insan hakları da, iktidardan bağımsız bir alan oluşturduğundan, mutlak irade tarafından kabul edilebilir bir kavram değildir. Bunun örneklerini de Boğaziçi’de bariz bir şekilde gördük. Öğrencilerin fikir ve ifade hürriyetleri, toplanma ve itiraz hakları şiddetle bastırılmaya çalışıldı. Sergilenen bir kolaj çalışması suç ilan edildi, bunun üzerinden LGBTİ+ bireyler açıkça hedefe konuldu, gökkuşağı bayrağı resmi makamlar tarafından ev baskınlarında “ele geçirilen” bir yasa dışı örgüt simgesi olarak takdim edildi. Sanat özgürlüğü ve eleştirisi çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir obje nedeniyle öğrenciler tutuklandı, LGBTİ+’lara karşı nefret ve kin hisleri uyandıran açıklamalar yapıldı, bunlara itiraz edenlere şiddet uygulandı.
Bütün baskılara karşı Boğaziçi öğrencileri ülkemizin tarihinde umut ve gurur vesilesi olacak bir hak arama mücadelesini sürdürdüler, sürdürüyorlar. Resmi muhalefet için ise aynı şeyi söyleyemiyoruz. Boğaziçi hadisesi CHP başta olmak üzere cümle resmi muhalefetin hak arayan toplum kesimlerinden ne kadar uzak durduğunu, uzak durmaya çalıştığını bir kez daha ortaya koydu. CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın açıklaması iktidarın kriminalizasyonuna destek mahiyetinde bir skandaldı. Gelen tepkilere yönelik birkaç parti üyesi gökkuşağı bayrağıyla insan haklarını savunduklarını ilan etmelerine rağmen, resmi parti organları meseleyi yok sayarak geçiştirmeye çalıştı. 1 Şubat günü herkesin gözü önünde yaşanan şiddet görüntülerine ilişkin ise ana muhalefet lideri ancak gece yarısına doğru bir açıklama yaptı. Ana muhalefet ağzından düşürmediği liyakat ve adalet mücadelesine neden bu kadar geç destek verdi? Sosyal medyada saatlerce en çok konuşulan konu haline gelmese bu mücadeleyi gündemine alır mıydı? Bu açıdan CHP’yi eleştirmek iktidarın ekmeğine yağ mı sürmektir? Bunları da önümüzde hafta ele alalım.
- Türkiye-Suriye ilişkisi 18 Aralık 2024 04:58
- Ortadoğu’da yeni döneme girerken vaziyet 11 Aralık 2024 04:32
- Lindner’in komplosu ve Almanya’da seçimler 27 Kasım 2024 04:40
- Trump'ın zaferi: Enflasyon algısı ve 2008 sonrası aile şirketleri 13 Kasım 2024 04:08
- ABD’de seçimler ve yeni saflaşma 06 Kasım 2024 04:51
- Yeni Yeşil Düzen’in sergüzeşti 30 Ekim 2024 04:35
- Tırmandırarak gerilimi azaltmak 02 Ekim 2024 04:16
- AfD’li sınıf fraksiyonları ve aile/cinsiyet politikaları 11 Eylül 2024 05:03
- Saksonya ve Thüringen'de seçimler 04 Eylül 2024 04:30
- AfD'nin aile politikası 28 Ağustos 2024 04:15
- Thüringen'de nüfus, aile ve siyasi eklemlenme 21 Ağustos 2024 04:39
- Taşra ve siyasi kültür: Doğu Almanya'da seçimlere doğru 14 Ağustos 2024 04:22