03 Şubat 2021 22:52

Süper transferler, nefes kesen maçlar!

Mesut Özil, Henry Onyekuru ve Mustafa Abdalla'nın fotoğrafları.

Fotoğraflar: AA

Paylaş

Kış dönemi transferleri de tamamlandı. Kadrolarını takviye ederek bol alternatifli hale getiren takımlar şimdi daha da iddialı. “Niye bu kadar çok oyuncu alıyorsunuz” sorusuna, bu transferlerle takımın uzun yıllar mücadele edecek kadrosunu oluşturduklarını ve artık önümüzdeki yaz transfer dönemini 1 ya da 2 transferle kapatacaklarını söyleyerek yanıt veriyorlar. Şampiyon olacak kulüp için geçerli olabilir bu. O da belki. Çünkü bu kez de mevcut kadronun Şampiyonlar Ligi için yetersiz olduğunu, kesinlikle yeni oyuncular gerektiğini söyleyerek transfer peşinde koşacaklar. Hep böyle olmadı mı?

Şampiyon olamayan kulüpler ise transfer ettikleri oyunculardan umdukları performansı alamamalarının hayal kırıklığıyla yeni transfer arayışına girişecekler. Tabii öncelikle ellerindeki bazı oyuncuları başka takımlara satmaya çalışacaklar. Kulüplere harcama limiti getirilmesinden sonra, “Satmadan alamıyoruz” lafı futbol literatürüne girmiş durumda. Gerçi bir şekilde alıyorlar. Malum, boşluklardan yararlanma ve yan yol icat etme konusunda hiç kimse elimize su dökemez...

Kadroyu, yeni oyuncular yetiştirerek, mevcut oyuncuları geliştirerek zenginleştirme düşüncesi henüz yeterli ilgiyi görmüyor. Sonuçta da futbol, transfer odaklı sığ bakışın cenderesinden bir türlü kurtulamıyor…

İşin asıl tuhaf yönü, gelen yabancı oyuncuların 1-2 antrenmanın ardından sahaya sürülmesi. Bu da teknik direktörlerin; oyun planı, taktik anlayış gibi meseleleri fazlaca önemsemediğinin göstergesi. Yeni transfer edilen bir oyuncunun arkadaşlarının oyun karakterini tanıması, onlarla teknik anlamda uyum sağlaması zaman işi. Ama bunu dikkate alan yok. Sanki oyuncuda sihirli değnek varmış ve takımı kurtaracakmış gibi hemen formayı veriyorlar. Bu yaklaşım, kendisinden beklentilerin ne kadar yüksek olduğunu gösteriyor ama aynı zamanda oyuncu için de ciddi bir yük oluşturuyor…

Yüksek beklentiye karşılık oyuncu ilk birkaç maçta istenen performansı sergileyemezse homurdanmalar başlar. Homurdanmalar işlerin sarpa sarmaya doğru yol aldığının ilk işaretidir. Bir süre sonra hayal kırıklığı yerini, pişmanlığa ve oyuncudan “kurtulma” yöntemlerinin arayışına bırakır. Daha önce bu durumun pek çok örneğine tanık olmadık mı? Havaalanında yüzlerce kişinin tezahüratlarla karşıladığı oyuncuların, daha sonra sessiz sedasız gidişlerini unutmamak lazım...

Fakat öte yandan şöyle de bir gerçeklik söz konusu ki, ligin oyun seviyesi çok düşük. Uyum, her ne kadar öznel koşullarla ilintili bir mesele olsa da düşük seviye, transfer edilen oyunculara bu konuda önemli bir avantaj sağlıyor. Yani uçaktan inip hiç idman yapmadan bile sahaya çıksalar durumu idare edebilirler! Neredeyse o derece yani. Çoğu zaman halı saha maçı izlenimi veren görüntülere tanık oluyoruz. Bir oyuncu, kendi yarı alanından rakip ceza sahasının yakınlarına kadar, yani yaklaşık 50-60 metre hiçbir dirençle karşılaşmadan topu sürebiliyor mesela. Oyuncuların savunma yaparken aldıkları pozisyondan ya da rakiplerine müdahale etme biçimlerinden de oyunun temel ilkelerini özümsemedikleri ya da bunlardan habersiz oldukları anlaşılıyor. Sonuçta da ortaya son derece kalitesiz ama buna karşılık bol pozisyonlu maçlar çıkabiliyor.

Gazcı medya ise reyting sağlamak uğruna büyük bölümü itiş kakıştan ibaret maçları, “Nefes kesen 90 dakika”, “Müthiş mücadele” gibi çarpıcı başlıklarla kitlelere sunuyor. Maçları anlatan spikerler de aynı hedef doğrultusunda yırtınıyor. Saha dışından heyecan pompalamak onların işi. Oyunu analiz etmeyi, hakem kararları üzerine saatlerce boş boş konuşmak zanneden zihniyetten daha ötesini beklemek haksızlık olur zaten…

Neyse, şimdi hepsini bir kenara bırakalım ve “süper transferlerle”, “Nefes kesen maçların” büyük heyecan ve renk kattığı ligimizi keyifle izlemeye devam edelim!..

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa