05 Şubat 2021 23:10

Boğaziçi ve yeni Anayasa

Fotoğraf: Can Candan

Paylaş

Boğaziçi Üniversitesine kayyum atanması ve buna yönelik protesto eylemleri tam da iktidarın reform vaadi tartışılırken oldu. Günlerini anket sayarak geçiren bir muhalefet türüne göre, oyları düşen ‘hükümet’in, kuruluşundaki demokratik ayarlara dönme ihtimali az değildi. TÜSİAD’ın ve AB müzakerecilerinin ‘Bu ülkede güvenli yatırım yapılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılsın’ telkininin çalınan hak ve özgürlüklerin iadesi anlamına gelen bir göndermesi yok ama böyle vaatlere hayallerini giydirmeyi seven bir muhalefet var. 

Kayyum vakası da reformun istikametini bir kez daha gösterdi zaten. Yeni bir anayasanın hazırlandığı müjdesinin fonunda rektöre sırtını dönen hocalar, tartaklanıp gözaltına alınan öğrenciler ve destek için aşağı bakmayacağız sözünü bayrak edinmişler vardı ki anayasa gibi metinlerin hangi görünür durumlardan teşvik aldığı önemlidir. Böylece içeriği az çok tahmin edilebilir. Bu durumda rektörün iktidar tarafından inatla kollandığı görülürse anayasanın bir kayyumluk metni olmasının kuvvetle muhtemel olacağı söylenebilir. 

Şöyle ki. Sandıktan çıktığında millet iradesinin yerini bir süreliğine şahsın alabildiği tek adam rejiminde yaşıyoruz. Darbe döneminde çıkarılan ’80 Anayasası artık pek bir hükmünün kalmadığı sınırlarına kadar zaten zorlandı. Ülke anayasa ile değil, bunun KHK biçimindeki yakın uzak türevleriyle ya da torba torba mühürlenmiş şahıs yasalarıyla yönetiliyor. Belediyelerde, üniversitelerde, çeşitli kurum ve kuruluşlarda adım adım yerleşen kayyum uygulamasının zirvedeki tesisini kolaylaştıracak, denge-denetlemesiz, tek adamın kendi kendini millet iradesine kayyum olarak atamasını hükme bağlayan bir anayasa hayal edilemez, ama yaşanır. Anayasanın Boğaziçi gündeminin ortasına atılması boşuna değil.

KHK ile atılan akademisyenlerin bir kısmı ya da onların türünden olanlar üniversitelerin şirketlerin uzantısı haline getirildiği Bologna sürecine, başta ODTÜ olmak üzere üniversitelerin organize sanayiye kadro yetiştiren teknoparklara dönüştürülmesine ve birer AR-GE kuruluşu haline getirilmesine karşı çıkıyorlardı. Siyasi müdahalelerin ekonomipolitik sebepleri çok önemsenmediği için bugün bir iktidar ya da şahsın çılgınlığı gibi görünen üniversiteye müdahale halinin 25 yıllık içini boşaltma eylemi olduğu, kayyumun bir sürecin son halkası olduğu pek hatırlanmıyor. O zamanlar gelişmeleri iyi okuyan akademisyenlerin çoğu üniversitelerde değil ama büyük üniversitelerin teknoparkları var. Boğaziçi Üniversitesinin de.

İntihal şampiyonu, üniversite kadrolarıyla alakası olmayan kayyum rektör üniversitelerin içini boşaltma eyleminin ürünüdür. Yıllara yayılan bozuşma sayesinde şirketleştirilen üniversitelerin yönetimleri de şirket yönetim kurullarına benzesin isteniyor. Sponsor peşinde veya pazarlama işine koşturacak öğretim elemanlarının değerlendirme ölçüsü de değiştiği için intihal tez sahipleri  ve adrese teslim eş-dost-hısım kadrolar yeterli tüccar liyakatini sağladılar. Şimdi yüksek lisans ve doktora mezunlarını, aslında kurulması yasal olmayan medreselere davet eden ilanlar da çıkıyor. Balık çoktan koktu.

Kayyum üniversitelerin teslim alınmasındaki son durak. Bu son duraktaki protestolar iktidarın parça parça değil torbayla kayyumlaştırmayı gündemine almasının nedeni değildir belki ama “müjde”sinin zamanlaması için uygun olabilir.

Ama ne konuşuluyor: LGBT, terör, Kabe resmi kayyum konuşuluyor. Kabe resmini yere koydular diye yaygara koparanların nesebi ile milyon dolarlık rezidanslarla çevrilmiş Kabe’yi zenginlere seyirlik manzara olarak satan Arap mali sermayesininki aslında aynı. Yerli-milli-dava diye diye üniversiteleri şirketleştirenler de. Bunların kurulu nizamın çok artistlik yapmak isteyen şakşakçıları da üzerine Kabe resmi işlenmiş pasta filan yiyorlar. Sonra da beşinci kol! Evet bakan böyle diyor da üniversitenin geldiği halin üstünü örtmek için yapılan yaygara kaçıncı kol oluyor, o belli değil.

Anayasa tartışmalarına böyle başladık. Böyle başlanmış bir anayasadan tek adam rejiminden  geri adım atılacağını beklememek gerekir. Birincisi; şahsım hükmündeki kararnamelere anayasal hüküm kazandırma gereksinimini gündeme alan bir çalışma bu. İkincisi; Boğaziçileri teker teker değil hepsini aynı torbaya koyarak zapt etme işini tamamlamanın, bütün kurumlara atanmış tek adamların bağlandığı Tek adam kurumlaşmasını kesinleştirmenin çaresi. Böyle bir metin oy alsın diye hazırlama ve propaganda sürecine kaç tür kol faaliyetinin eşlik edeceğini de tahmin etmek zor değil.

Çünkü Boğaziçi gösterdi, tencere tava hep aynı hava. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa