07 Şubat 2021 00:00

CHP’nin istifacıları ve Erdoğan’ın ‘yerli-milli muhalefet’ hayaline koşmak!

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Söze “iktidar ülkeyi yönetemiyor” diye başlayan epeyce muhalif var. Örneğin, son örneğini Boğaziçi Üniversitesi direnişinin bastırılması çabalarında gördüğümüz üzere, polisin jopuna, biber gazına sarıldığı için iktidarın yönetemediği söylenebiliyor. Bu da bir yönetme tarzı değil mi oysa? Razı etme yeteneği kalmamış, devlet zoruna daha çok ihtiyaç duyuyor. Bu durum, ‘yönetemiyor’ tanısı için yeterli değil. Nasıl ve hangi araçlarla yönettiği konuşulmalı. İktidarın yönetememe meselesinin en başta muhalefetin niteliği ve düzeyiyle ilgili olduğu gerçeği atlanmamalı. Sadece muhalif siyasi parti ve çevrelerin açıklama ve söylemlerini kastetmiyoruz. Milyonlarca yurttaşın, emekçinin, işçinin hoşnutsuzluğunun fiili dışa vurumu ve bunun   toplumsal düzeyi, örgütlülüğü belirleyici oluyor. Yönetilenlerin aynı şekilde yönetilmek istememesi durumu yani... Bu yoksa, “iktidar yönetemiyor” deyip durmak, çok da ikna edici olmuyor.

İronik olan ise ‘iktidar yönetemiyor’ diyen bazı ‘muhalif’ çizgilerin iktidarın yönlendiriciliğinden bağımsız olamamalarıdır. ‘Ülkeyi yönetemeyen’ iktidarın en azından bu tür muhalifleri bal gibi de yönettiği söylenebilir!

AYRILIK HİKÂYE, GEREKÇELERİ ÖNEMLİ

Geçen günlerde CHP’den istifa eden üçlüye getireceğiz de sözü, bu girizgâh onun için. Malum, bir açıklamayla partilerinden istifa ettiler. CHP’nin diğer bir muhalifi M. İnce istifacıların kuracağı partiye katılacaklarını açıkladı. İnce de diğerleri de istediklerini yapabilirler tabi. CHP’den ayrılıp ayrılmamaları bizi alakadar etmez. Ama ayrılma gerekçeleri önerdikleri siyaseti yansıttığı için herkesi ilgilendirir. Nitekim, sözkonusu üçlünün ayrılma gerekçeleri de ayrılmalarından çok daha dikkat çekici. Muhalif diye geçinen ve ama iktidarın belirlediği koordinatlar içinde ve siyasete biçtiği kriterler ölçüsünde hareket eden bu ‘tür’ün ibretlik hali konuşulmalıdır.

Sorsan, iktidara fena muhaliftirler. Kendilerine yakıştırılan “Saray’ın talimatıyla ayrıldılar” iddiasını zinhar yalanlarlar. Doğrudur, talimatla ayrılmamışlardır büyük ihtimal. Ne farkeder ki ama. Ayrılma gerekçeleri tam da rejimin siyasete dayattığı, ‘yerli ve milli’ diye cilaladığı kriterlerin birebir yansıması değil mi?

CHP ve genel başkanını HDP’ye yeterince mesafe koyamayıp yakın ilişki kurmakla, mealen PKK’yle mücadeleyi zaafa uğratmakla itham ediyorlar. Yine, Libya ve Suriye savaşları, Doğu Akdeniz’deki gelişmelerde partinin yeterince net olamadığını, net bir ‘milli çizgi’ tutturamadığını ekliyorlar.

Peki Erdoğan ve Bahçeli de her gün bunları söylemiyor mu? HDP’yi kuşatan, fiili olarak siyaset yapmasını yasaklayan, kapatmakla tehdit eden iktidar değil mi? CHP’yi, HDP’yle ilişkisinden dolayı ‘terör ittifakının parçası’ diye gösteren de iktidar bloku değil mi?

HDP’nin tutumunun iktidara neleri kaybettirdiğini son yerel seçimlerde gördük. Tek adam rejiminin HDP’den rahatsızlığının asıl nedeni belli. Bu üçlüye ne oluyor peki? Siz de mi rahatsız oldunuz, AKP’nin İstanbul ve diğer büyük şehir belediyelerini  kaybetmesinden?!

ÜÇLÜ NEREYE KOŞUYOR?

CHP’nin dış politikada ve HDP’yle ilişkiler konusunda yeterince cesur olmadığı, iktidarın baskılamasının etkisinde kalarak eklektik bir tutum takındığı  yönündeki eleştirilerimizi bunlar tersinden yöneltiyor. Yetmez, yeterince ‘milli’ değilsiniz diyorlar. İşaret ettikleri yer, malum Perinçek çizgisi olsa gerek.  Erdoğan’ın ‘muhalefetin yerli ve millisini de biz yaratacağız’ sözleriyle tarif ettiği hayale koşuyorlar yani. Ki her halükârda iktidarla en azından bir zihni müttefiklik durumu hasıl oluyor. Muhaliflik neresinde bunun?

CHP’den istifa edenlerin istifa metni Saray’ın İletişim Başkanı tarafından yazılmış olsaydı, bu üçlünün yazdığını yazabilirdi ancak. Eksiği olur fazlası olmazdı. ‘Yerli ve milli’ babından, CHP’ye neler söyleniyorsa bu ‘milli’ cengaverler de oradan konuşuyorlar. Tam da iktidarın vurduğu yerden vuruyorlar.

İstifa metninde bahsetmedikleri bir şeyi de gazeteci Deniz Zeyrek’ten öğreniyoruz ki, Kılıçdaroğlu’yla son görüşmelerinde İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun görevden alınmasını istemişler. Kaftancıoğlu’nun da epeydir iktidar mahfillerinin hedefi olduğunu, yılları bulan hapis cezalarıyla yargılandığını biliyoruz. Muhalif geçinen bu pespaye kafanın derdi de aynı. Atatürkçü değilmiş Kaftancıoğlu! Aynı güzergahta sizden daha hızlı yol alan Perinçek’le birlikte sizin Atatürkçülüğünüzün nereye çıktığı, kimlerle buluştuğu değil midir önemli olan? Atatürkçülük hamasetiyle gelinen yer ortada işte.   

‘ATATÜRKÇÜYÜZ’ DEMEK YETİYOR MU?

Dediğimiz gibi, ayrılmaları değil gerekçeleri önemli. Oradan bakınca, ‘sipariş’ gibi istifalar bunlar. Tam bir siyasal pespayelik örneği. Kendilerini tanımladıkları ‘Atatürkçülük’ adına hapsolunmuş Kürt fobili milliyetçilik parantezi, siyasal İslamcı iktidarla ortak paydaları da zorunlu kılıyor. Hikâyeleriyle mest oldukları cumhuriyetin başına neler getirdiği bilinen bu iktidarın kurduğu ‘yerli ve milli’ havuzuna balıklama dalıp da farkında bile olamıyorlar. Kendilerini ‘terörle mücadele’ ya da ‘yedi düvele karşı vatan savaşı’ cephesinde olmakla avutup duruyorlar sadece. Pabucumun muhalifleri!

“Yok canım, Cumhur ittifakına gitmezler” diye fal bakanlar var bir de. Ne farkeder ki; tutarlı olsunlar da gitsinler bari! Erdoğan’a neden muhalif olduklarına dair tutarlı tek bir cümle kurabilirler mi? Sadece “Atatürkçüyüz” demek, Erdoğan-Bahçeli ortaklığının zihin dünyasından farklı bir siyasal konumda olmaya yetmiyor.

Demokrasi, eşitlik ve özgürlük adına kaygı duymayan bir ‘muhalif’ iddianın nerelere dolgu olacağının son örneğidir bu yaşanan.

İstifacılardan biri de M. Ali Çelebi. ‘Kumpas davası’ndan 41 ay hapis yatan genç bir teğmen. Çıkar çıkmaz CHP’nin parti meclisine alındı, vekil yapıldı. “Silivri mahkemelerindeki etkili savunmalarından dolayı ‘Sokrat’ ismini takmıştık” diyor Avukatı Celal Ülgen... Demek ki tam zamanında istifa etmiş ‘Sokrat’ kardeşimiz. Ya birkaç gün daha kalıp Cuma günkü HDP’nin CHP’ye ziyaretini görseydi? Allah munafaza, cinnet geçirebilirdi teğmenimiz. Öyle ya, “Kandil’deki, Suriye’nin kuzeyindeki elebaşıları” getirip teslim etmeden Prof. Mithat Sancar’la görüşmek de neymiş?!

Ne diyelim, Perinçek’in deyimiyle ‘vatan savunması’ önemli elbette, kolay gelsin de akıl sağlığını ihmal etmemek gerek yine de.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa