Aslında üstümüz daha çürük
Recep Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: Aytaç Ünal/AA
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen cuma yaptığı konuşma ile önemli bir siyasal tartışmayı da tetikledi: “Dokuz adaydan Melih Bey’in aynı şekilde atamasını yaptım. Melih Bulu iki üniversitede rektörlük yaptı. ODTÜ’den gelme, Boğaziçi’yle ilişkileri olan, başarılı bir arkadaş. Kendisini oraya atamaktan dolayı da bazı televizyon kanalları çıkmışlar ikide bir ‘İstifa etmelidir’... Yani yürekleri yetse ‘Cumhurbaşkanı da istifa etmelidir’ diyecekler.”
Doğrudan soralım: Bir ülkede insanlar, herhangi bir yönetim makamında bulunan kişinin istifasını hiçbir korku duymadan dile getiremiyorsa oradaki rejim bir korku rejiminden başka nedir?
Bu cümlenin edildiği zemine işaret etmek bakımından, Resmi Gazete’de, bu konuşmadan bir gün sonra yayımlanan ve Prof. Dr. Yalçın Karatepe tarafından sosyal medyada paylaşılan bir kararname de hayli ilginçti: “Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu cümleye zikredebilmesini mümkün kılan bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne dair olarak, 21 Haziran 2018 günü, İstanbul Yeni Havalimanında gerçekleştirilen A Haber - ATV ortak yayını “Cumhurbaşkanı İle Gündem Özel” programında şunları söylemişti: “Bizim sorunlarımız, diğer ülkelerle farklılık gösteriyor. Dolayısıyla ortaya koyduğumuz modelin de kendimize özgü olması gerekir dedim. İşte ‘Biz bu modele Türkiye modeli diyoruz’ dedim, çok eleştiri aldım. Varsın alayım. Ama bunun bir markası olması lazım. Bu marka da Türkiye modeli. Bu sistem bizim 2023 hedeflerimize, 2053 ve 2071 vizyonlarına da katkı sağlayacak kendimize özgü bir sistemdir. Patenti bize ait. Bununla böyle yürüyeceğiz.”
Yani Türkiye, 2023 hedeflerine, cumhurbaşkanının istifasının istenmesinin ‘cesaret işi’ olduğu bir rejim ile gidecek ve bu rejim de, 2053 ve 2071 vizyonlarına katkı sağlayacak. Bu modele ikna olunmasının gerekçesi ise bunun bir ‘Türkiye modeli’ olması.
Erdoğan’ın geçen cuma yaptığı konuşmanın hareket noktası, atadığı Boğaziçi Üniversitesi Rektörüne dair itirazlardı. Bu yazı yazılana kadar, bu protestolar nedeniyle 8 öğrenci tutuklandı ve 24 kişi için de ev hapsi kararı çıktı. Bunların dışında çok sayıda da yurt dışına çıkış yasağı var. Bu yazı yayımlanana kadar bu rakamlar değişecek mi, onu da bilemiyoruz.
İktidara ve cumhurbaşkanlığına eleştirilemez bir kutsallık yüklemek, modern zamanlardaki bir ‘halifelik’ özlemini çağrıştırırken, yanlış bir kanıdan da hareket ediyor.
Örneğin cumhurbaşkanına hakaret suçunun düzenlendiği Türk Ceza Kanunu’nun 299’uncu maddesi kapsamında 2014-2019 arası dönemde 128 bin 872 kişi hakkında soruşturma yürütüldü, 27 bin 717 kamu davası açıldı. Sonrasında da bu sayı epey arttı. Bu rakamlar bize şunu söylüyor. Evet, Türkiye cumhuriyeti tarihi boyunca cumhurbaşkanlığına eleştiriden muaf bir kutsallık yüklendiği benzer bir dönem olmamıştır. Ama diğer yandan, bu gerçekliğe rağmen, Türkiye’de cumhurbaşkanını eleştiren, buna ‘Yürekleri yeten’ insan sayısı da yabana atılır cinsten değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Yani yürekleri yetse, ‘cumhurbaşkanı da istifa etmelidir’ diyecekler” dediği gün, ‘cumhurbaşkanı istifa’ paylaşımı Twitter’da uzun süre 1. sırada kaldıysa bunu başka nasıl açıklayabiliriz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı konuşmadaki bir başka vurgusu da bize, yeni sistemde cumhurbaşkanının hakaret sınırının ne kadar geniş olduğunu bir kez daha gösterdi.
Erdoğan’ın bir ‘intikam’ söylemi ile yargı sürecinde hep müdahil olduğu Osman Kavala’yı düşmanlaştırmak ile bilim insanı eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra’yı itibarsızlaştırma gayretini iç içe geçirdiği, “Bu ülkede Soros’un adeta temsilcisi olan kişinin karısı da aynı şeklide Boğaziçi içinde provokatörlerin içerisinde yer alan bir kadındır.” cümlesi hem söyleyenin şahsına dair çok şey anlatırken, hem de sağ siyasetin potansiyelleri ve referanslarına dair özellikler içeriyor.
Erdoğan, başbakanlık yaptığı dönemde de, 11 Şubat 2006’da, Mersin’e geldiğinde, “Bu çiftçinin hali ne olacak? Anamız ağladı?” diye feryat eden Çiftçi Mustafa Kemal Öncel’e, “Ananı da al git” diyebilmişti.
Türkiye’de sağ siyaset deyince akla gelen ilk isimlerden olan Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı olduğu Marmara depreminin ardından 23 Ağustos 1999 günü, “Altımız çürüktür, ama yine de bu altın üstünde yaşamaya mecburuz.” demişti.
Kullandıkları söylemler zihnimizde depremler yaratan Erdoğan da gösteriyor ki, aslında üstümüz daha çürük. Peki bu üstün altında yaşamaya mecbur muyuz?
- Kürt meselesinde bir ihtimal daha olmalı 13 Aralık 2024 04:57
- Sınırımızdaki yeni Afganistan ve kaostan rant devşirmek 09 Aralık 2024 07:00
- Geniş atılan ağda çıkışı aramak... 02 Aralık 2024 06:55
- Türkiye zor bir değişimin ağır sancılarını yaşıyor 25 Kasım 2024 06:35
- Ebedi barış mümkün mü? 18 Kasım 2024 04:23
- İki güncel rapor eşliğinde Kürt meselesini tartışmaya devam 11 Kasım 2024 04:47
- 'Çöle çevirdikleri yere barış geldiğini söylüyorlar' 06 Kasım 2024 05:33
- Bir siyaset olarak 'terörle mücadele' 04 Kasım 2024 07:07
- Erdoğan’ın Mevlana vurgusunun hikmeti ne olabilir? 31 Ekim 2024 08:07
- Mayınlı bir süreç 28 Ekim 2024 05:10
- Yenidoğan çetesi: Çürümenin ekonomi politiği 21 Ekim 2024 05:00
- Barışa kapı açmak mı, süreci yönetmek mi? 14 Ekim 2024 05:00