09 Şubat 2021 23:50

Üniversite ve CHP'nin tutumu

Fotoğraf: Can Candan

Paylaş

Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dekanlığı, İstanbul ve Trakya Üniversiteleri ve Yunanistan Büyükelçiliğiyle ortak düzenlediği Dünya Yunanca Günü etkinliğini Yeni Akit gazetesinin “Bunlar Türk üniversitesi olamaz! Bu skandala kim ‘dur’ diyecek?​” başlıklı linç girişimine istinaden iptal ettiğini duyurdu. Bir gün önce de organize suç şebekesi lideri olarak hüküm giymiş Alaattin Çakıcı, Boğaziçi Üniversitesine kayyum rektör olarak atanan Melih Bulu’ya yazdığı bir mektubu yayımlayarak kendisini istifa etmemeye çağırdı ve “Bu kutlu ittifakta gedik açmaya hakkınız yok” ifadesini kullandı. Trakya Üniversitesi Genel Sekreteri ve İlahiyat Fakültesi Dekanı Cevdet Kılıç, Twitter’da Boğaziçilileri açıkça tehdit ederek, “Biz gece vakti işi bitirir ertesi gün işe gideriz” şeklinde (Çakıcı’yı kıskandıracak!) bir açıklama yaptı. Bu gelişmeler üniversitelerin hangi güçlerin sevk ve idaresi altına girmekte olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Bu manzara karşısında Boğaziçi Üniversitesinde öğrenci ve öğretim üyelerinin Bulu’nun istifası için başlattığı ve diğer üniversiteler ve kamuoyunun desteğiyle büyüyen protestolar önem kazanıyor. Parlamentodaki siyaset erbabı henüz kavrayamamış olsa da mesele basit bir idari işlem sorunu değildir, doğrudan bilimin, bilimsel eğitimin, gelecek kuşakların bilime erişiminin savunulmasıdır. Birçok üyesi hukuk çiğnenerek, KHK’lerle ve işten çıkartılarak görevden uzaklaştırılan üniversiteler, şimdi basit birer iktidar organına dönüştürülüyor. Bu süreç kuşaklar boyunca iz bırakacak bir kurumsal yıkımdır. Ülkenin dört bir yanında tanık olunan “kentsel dönüşüm” uygulamaları bu yıkımın boyutlarını ve sonuçlarını düşünmek için uygun bir model sunuyor. Bir yandan üniversiteler tanınmayacak şekilde akademik dokularını, özelliklerini kaybedecek, diğer yandan yeni açılan rant olanaklarıyla iktidar müşterileri beslenecek.

Büyük şehir üniversitelerinin kampüs arazilerinin iştah kabartması bu tespitin bir benzetmeden ibaret kalmayacağını düşündürtüyor. Ancak meseleyi sadece arazi, bina üzerinden düşünmek eksik kalır: Yıkım siyasetinin hedefindeki, üniversitenin işlevidir; eleştirel ve özgür düşüncedir, bilimsel yöntem ve bakış açısıdır. Bu da sadece üniversitenin, üniversite bileşenlerinin derdi değildir. Boğaziçi Üniversitesi ve diğer üniversiteler, bilim kurumları kamu kurumlarıdır; eğitim ve araştırmalarıyla bütün topluma hizmet verirler. Dolayısıyla iktidarın izlediği siyaset sadece belirli bir üniversiteyi veya bir kurum olarak üniversiteyi değil, bütün bir toplumu hedef almaktadır.

Üniversiteler siyasi rejim meselesinden ayrı düşünülemez. Üniversitelerin anayasa tarihimizdeki her dönüm noktasında tartışmaların merkezinde yer alması, anayasa metinlerinde tanımlanması bir tesadüf değildir. Özgür düşünce, özgür tartışma ve bilimsel faaliyeti kontrol altına alma ve ehlileştirme girişimleri doğrudan doğruya siyasi rejimlerin niteliğine dair delil teşkil eder.

Bu bağlamda ana muhalefet partisi CHP, Bulu’nun atanmasıyla meydana gelen gelişmelerde baştan beri yanlış bir tutum almıştır. CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın ilk açıklamalarına önceki yazımda değinmiştim. Geçen bir hafta içinde parti adına veya parti etrafında konuşanlar bu açıklamalara deyim yerindeyse tüy diktiler.

Son dönemde bir başarı hikayesi, bir zafer stratejisi olarak ilan edilen Ekrem İmamoğlu kampanyasının danışmanı Necati Özkan Twitter’da şu tespiti yaptı: “Boğaziçi Üniversitesindeki olaylarla yapılmak istenen yeni bir toplumsal çatışma çıkarmak. Amaç popülist iktidar bileşenlerinin yüzde 40 seviyesine gerilemiş olan seçmen desteğini bu çatışmayla tahkim etmek, mümkün olursa muhalefet blokunu bölmek ve ardından erken seçim”. Özkan’ın değerlendirmesi toplumu kavramaktan uzak zihniyetin tipik bir örneği: Doğa olaylarını tanrıların iradeleri ve hareketleriyle açıklamaya çalışan Antik Yunan efsaneleri gibi, Özkan da açıklayamadığı toplumsal hadiseleri bazı gizli iradelerin ürünü olarak görmeye mahkum. Sonuçta hem öğrencilerin hem öğretim üyelerinin gayet net ifade ettikleri niyet ve eylemleri “Büyük resmi gören” Özkan açısından bir komplodan ibaret. Siyaset sandıktan ibaret olunca her türlü toplumsal hareket de komplo oluyor haliyle.

Elbette CHP’yi Özkan’dan ibaret görmemek lazım. Özkan’ın İmamoğlu’nun seçim zaferi üzerine CHP İstanbul İl Teşkilatıyla yaşadığı gerilimi unutmamak gerek. O dönem İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Özkan’ın yazdığı “Kahramanın Yolculuğu” başlıklı İmamoğlu biyografisine tepki göstererek, danışmanı, kendisini kahramanlaştırmak ve CHP örgütünün emeğini hiçe saymakla itham etmişti. Mitoloji meraklılarının yakından bileceği gibi Özkan’ın başlığı psikanalize dayanan Mitoloji Uzmanı Joseph Campbell’in “kahramanın yolculuğu” kavramından bir “alıntı”. Belki de Özkan’ın komplo teorilerine merakıyla mitolojiye ilgisi arasında bir ilişki vardır, ama bizi ilgilendiren toplumun gayet meşru ve saydam bir hak arama mücadelesine ana muhalefetin nasıl bir tepki verdiği. Bu konu önümüzdeki döneme dair önemli ipuçları barındırıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa