10 Şubat 2021 23:17

Bu teknik direktörler oyunu geliştirebilir mi?

Sergen, Terim ve Bulut

Fotoğraflar: AA

Paylaş

İnsanın konuşması bilgi düzeyini yansıtır. Sonuçta ağızdan çıkanlar, bilinenler kadardır. Teknik direktörlerin özellikle maçlardan sonra yaptığı mantıksız, boş ve klişe açıklamalar bilgi düzeyleri hakkında net fikir verir nitelikte.

Bir yerde ne kadar çok klişe dile getiriliyorsa, orada o kadar az bilgi vardır. Bu, şaşmaz bir gerçekliktir…

Futbolun ağırlıklı olarak duygusal kavramlar ve bireysel performanslar üzerinden konuşulması aslında her şeyi ortaya koyuyor. Buna, tüy dikme misali şans kavramı da eklenince, güzide bilgi tablosu tamamlanmış oluyor!..

Bilgi, kültür düzeyi/kapasitesi ile kazanılan çok büyük paralar arasındaki böylesi muazzam bir orantısızlığa, hayatın başka hiçbir alanında rastlamıyoruz. Bu da işin başka bir garabet yanı…

“Maçı istemek” diye bir kavram var mesela dillerden düşmeyen. Kazanınca “Biz daha çok istedik”, kaybedince “Rakibimiz maçı daha çok istedi” oluyor. Oyunu temelde, “istemek” kavramı üzerinden yorumlamak/açıklamak tam bir saçmalık. “Kazanmayı istememek” diye bir şey olabilir mi? Sonuçta herkes kazanmak ister ve kazanmak için elinden geleni ortaya koyar. İstek, hırs, arzu, coşku gibi duygusal kavramların işin motivasyon kısmında elbette yeri vardır ancak bunları temel belirleyici unsur olarak kabul etmek, bilgiden uzaklığın göstergesidir…

“Basit hatadan gol yedik” lafı da tuhaf bir teknik direktör klişesi. Kendilerince rakibin attığı golü, dolayısıyla rakibi küçümsemek için kullanıyorlar. “Biz güçlü bir takımız, bu nedenle bize daha komplike hatalardan gol yemek yakışır” demek istiyorlar sanki. Ya da bundan daha beteri “Kendi hatamızdan gol yedik” söylemi. Sanki başkalarının hatasından gol yemek mümkünmüş gibi…

“Rakip kalemize iki kere geldi iki gol buldu” derler, çok üstün oynadıklarını belirtmek üzere. Bunu söylerken aslında takımlarındaki savunma zaafını itiraf ettiklerinin farkında bile değillerdir…

“Kaybetmek istemediğimiz bir maçtı” lafını da sık sık duyuyoruz. Demek kaybetmenin istendiği maçlar da olabiliyormuş!..

Son zamanlarda “Bu takıma saygı duyun” gibisinden açıklamalara da tanık oluyoruz. Kazanmaktan, kaybetmekten bağımsız olarak onuruyla dürüstçe mücadele eden her takım saygıyı hak eder. Saygıyı sadece kazanana layık görmek, arızalı bir bakıştır. Kaldı ki sürekli olarak hakemleri baskı altına almaya ve aldatmaya çalışan futbolculara sahip takımların saygıyı ne kadar hak ettiği de tartışılır…

Kaybedilen maçların ardından hakem, VAR ya da şanssızlık bahanesine sığınan teknik direktörlerin sayısı da hiç az değil. Bunlar da yetersizliğin başka biçimlerdeki yansıması…

Hakemlere laf söylemek artık bir gelenek olarak futbol kültürüne yerleşmiş. Lafa, “Bilirsiniz ben hakemler hakkında konuşmam” diye başlayıp ardından hakemlere demediğini bırakmayan teknik direktörleri de biliyoruz.

Bazen aynı maçı iki takımın teknik direktörünün birbirinden tamamen farklı yorumlaması da dikkat çekiyor!.. Her iki takımın teknik direktörü de oyunu kendilerinin kontrol altında tuttuğunu, kendilerinin daha üstün oynayıp daha çok gol pozisyonu yarattığını iddia edebiliyor. Bu da yine bilgisizlik yüzünden nesnel bakış açısına ulaşamamanın, oyunu tarafsız bir gözle değerlendirebilecek birikimden yoksun olmanın ve dolayısıyla oyunu her şekilde kendine yontma çabasının vahim bir örneği. Bu durum beraberinde öz eleştiriden korkmayı ve kaçınmayı da getiriyor. Böylece gelişmenin en önemli unsurlarından biri olan öz eleştiri mekanizması dışlanmış oluyor. Öz eleştirinin yerini ise bahane(ler) dolduruyor.

Bütün bunlara, medyanın cehaleti besleyip yayan skor odaklı yaklaşımı da eklenince, vasatlık ve kendini kandırmacılık sürüp gidiyor…

Bilgiye değer verilmeyen, oyunun sürekli olarak bilgi dışı alanlara taşındığı ve bunun yanında kazanmak adına bütün ahlaki değerlerin geri plana atıldığı bir ortamda oyunun teknik anlamda da, kültürel anlamda da gelişme şansı olamaz...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa