12 Şubat 2021 23:15

Mutluluğu nasıl alırsınız?

Görsel: Amazon Prime 

Paylaş

Edebiyatta ve büyük oranda bu alanı kaynak alan sinemada geleceğe dair öngörülerin çok büyük çoğunluğu karanlık ve umutsuz evrenler kurmayı tercih ediyor. Bu çok anlaşılır bir durum, herkesin mutlu mesut yaşadığı bir ütopyaya dair metni ya da görselliği neden talep edelim ki! Tabii bunda, bu tür distopik, apokaliptik içeriklerin kapitalist üretim ilişkileri içinde ortaya çıktığı, aslında dolaysız bir biçimde kapitalizmin nihai sonucunun dünyanın ve insanlığın yıkımı olacağı kabulü de var. Bambaşka bir tartışmanın konusu olmakla birlikte sosyalizmin ironisi oldukları iddia edilen distopyaların (en meşhurları 1984 ve Hayvan Çiftliği) insanlığın ya da dünyanın sonunu getirdiğine dair bir vurgu yoktur örneğin… Daha çok insan iradesinin ortadan kaldırıldığı, otoriter bir dünya anlatırlar. Oysa kapitalizmin yıkıcılığına dair distopyalarda hem insanlığın hem de doğanın katli açık bir biçimde ortaya serilir.

Bambaşka tartışmaların dipnotları olabilecek bu girizgâhı yapma nedenim, geçen hafta itibarıyla Amazon Prime’da gösterilmeye başlanan “Bliss” filmine lafı getirmeye çalışmak. Zira “Another Earth” ve “I Origins” gibi çarpıcı iki filmle sinemaya giriş yapmış Mike Cahill’in üstelik de Owen Wilson ve Salma Hayek’i başrollere yerleştirdiği bir film çekeceği haberi heyecan yaratmıştı. Ne hazin ki beklediğimize değmemiş görünüyor.

Gri tonların hâkim olduğu, kalabalık bir ofiste açılıyor kamera. Orta yaşlı bir adamın odasına giriyoruz ve işle ilgilenmediğini, önündeki kâğıtlara bir şeyler karaladığını görüyoruz. Beyaz bir ev, güneş, deniz ve güzel bir kadına ilişiyor gözümüz siyah beyaz çizimlerde… Karakterimizin adı Greg. Telefon çalıyor, arayanın kızı olduğunu öğreniyoruz, boşandığını anlıyoruz. Sonra kendisini çağıran patronunun odasına gidiyor. Orada yaşananlar hayatını tamamen değiştiriyor. Hızla iş yerine terk edip karşıdaki bara gidiyor. Isabel ile tanışıyor. Isabel, içinde yaşadıkları dünyanın bir simülasyondan ibaret olduğuna iddia ediyor, buna dair kanıtlar gösteriyor çaresiz olan adamımız onunla birlikte sokaklara vuruyor kendini. Greg bir yandan, Isabel ile yakınlaşırken, simülasyon fikrini de mantıklı bulmaya başlıyor. Öte yandan kızı Emily de Greg’i aramak için sokakları arşınlıyor.

Mümkün olduğunca filmle ilgili sürpriz bozan cümleler kurmamaya çalışacağım ama bundan sonraki kimi ifadeler izlememiş olanların tadını kaçırabilir. Ama o alana girmeden de filme dair cümle kurmanın olanağı yok gibi. Zira “Bliss”, çokça “Matrix”i andırıyor. Sarı haplar, mavi haplar uçuşmaya başlıyor, boyutlar değiştiriliyor. Hikayenin ikinci ayağında, Isabel’in gerçekleşmiş bir ütopyada bilim insanı olduğunu görüyoruz. Mavi hapı içtikten sonra bu ütopyaya gidiyor çiftimiz. Bu arada Greg’in filmin hemen başında bu ütopyayı resmettiğini anlıyoruz.

İnsanoğlunun mutluluğu bulduğu bu diyarda riskli deneylere imza atan birisi Isabel ve “Matrix”teki gibi bir aparatla öteki dünyaya gidip gelebiliyor. İşte tam bu noktadan sonra filmin niyeti de belirsizleşiyor. Seyirciye her iki dünya için de ne söylemek istediği bulanıklaşıyor, hangi dünyanın gerçek hangisinin sahte olduğunun önemi kalmıyor, Isabel’in varlığının filmdeki sebebi anlamsızlaşıyor… Uzayıp gidebilir bu liste… Ama Isabel’in hikayenin merkezine konduğu anda karakterin bu kadar anlamsızlaşması, iki dünya arasındaki çabasının nedeninin, araştırmasının amacının bulanıklaşması filmi neden izlediğimiz sorusunu da beraberinde getiriyor haliyle.

Geriye Greg’in kızının çağırısının peşinden gidip gitmeyeceği, o ana kadar gördüklerinin bir sanrı olup olmadığı, açılışta yaşadıklarının gerçeğin kendisi olup olmadığı ve filmin adının vaat ettiği varoluşsal/ ilahi mutluluğun kaynağının ne olduğu soruları kalıyor. Cevaplar tatmin edici mi, bence değil!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa