12 Şubat 2021

Neden Mare Nostrum (Bizim Deniz)?

Fotoğraf: Hannah Wallace Bowman / MSF

Sevgili okur,      

Bundan sonra iki haftada bir dünya kapitalizmi, sistemin rahatsızlıkları ve toplumsal hareketler üzerine düşüncelerimi paylaşacağım.

Yazılarımın temel meselesi, kapitalizmin siyasi, ekonomik, ekolojik ve ahlaki krizleri olacak. Bu sisteme karşı alternatif geliştirme çabalarına da sık sık değineceğim.

Köşemin adı neden Mare Nostrum? Bu isim – “bizim deniz”in Latincesi – elbette Can Yücel’in Deniz Gezmiş hakkındaki meşhur şiirine bir gönderme.

Roma İmparatorluğu, bütün Akdeniz’i ele geçirdikten sonra, ona bu adı verdi. Daha sonradan Mare Nostrum, Mussolini ve kendisinden önceki İtalyan milliyetçilerinin dış siyaset sloganı oldu. Bu denizin her köşesini ele geçirmeye feci halde takmışlardı kafayı. Köşemin adı, emperyal kibrin bayağı bir ifadesiydi yani.

Bu isme el koyup, onu devrimci bir sembole dönüştürmek de, ebedi dalgacı Can Yücel’e düştü. Geçtiğimiz yıllarda, Avrupa’nın göçmen taraftarı kuruluşlarından biri de bu ismi edinip, Akdeniz’in emperyalistlerin ve faşistlerin simgesel tekelinden kurtarılmasına katkıda bulundu. Bilmiyorum Can Baba’nın şiirinden haberleri var mıydı... Her halükarda, fikrin kaynağı bellidir, bizim arsız nüktedanımızdır.

Peki, küresel kapitalizm ve bazı ülkelerdeki gelişmelerin buradaki yerlerini ele alan bir köşenin, bu şiirle nasıl bir bağı olabilir?

Bize özgü olan ama diğer tüm denizlerin suyuna karışan, onların temel özelliklerini taşıyan bir derya Türkiye kapitalizmi. Dünya sisteminin, “eşitsiz ve bileşik gelişim”in, bir halkası. Her kıyısının tuz oranı, dokusu, ısısı farklı olsa da.

Bir açıdan Akdeniz ve dünyanın bütün denizleri, zaten her zaman bizim denizimizdi... Kapitalist dünyanın bir parçası haline geldiğimizden beri.

Türkiye’nin dünya kapitalizminden çıkış yolu da elbet dünya devriminin bir halkası olacak. Ama kendi özgüllüğü ile.

Deniz, Mahir, ve İbrahim’in kuşağı, bu özgüllüğü vurgulayan bir kırılışın önderliğini yaptı. Dünya devrimci geleneklerinin simgelerini ve kavramlarını kullanırken bile, bunları memlekete nasıl uyarlayacaklarını düşündüler hep. Marksist kurama bu “yerel” yaklaşımın öncülleri vardı elbet... Ki Hikmet Kıvılcımlı’yı anmadan geçmek olmaz. Ancak Denizler’in, Mahirler’in, İbrahimler’in katkısı, kendilerini takip eden kuşağın, bu yaklaşımı kitle örgütlülüğüne dönüştürmesi oldu.

Bugün Mare Nostrum demek, bu deneyimleri, tarihsel akıntıları sahiplenmek anlamına geliyor. Bu yüzden de sadece Deniz değil, “Denizler” demek lazım aslında.

 Ancak...

“Denizler”e bu selam, onların taktik ya da stratejilerini taklit etmemiz gerektiği anlamına gelmez. Daha ziyade, Türkiye ve diğer ülkelerdeki gelişmeleri, dünya kapitalizminin ve onu aşma çabalarının – her biri kendine has –dışavurumları olarak okuma gerekliliğini ifade eder. “Onlar,” oldukça hızlı bir yüz metre koştular. Bu çok uzun yürüyüşte, bizim ve gelecek kuşakların da “depar”ları olacaktır. Hiçbir taktiği fetişleştirmeden ya da dışlamadan... hedefe nasıl gidilir; kapitalizmi aşan eylemleri, kurumları nasıl kurup, yaşatabiliriz... cevap arayacağım soru bu. Başka bir deyişle... Çökmekte olan sistemin bırakacağı boşlukta demokratik, insancıl, doğa dostu bir dünya sistemi serpilip gelişebilir mi? Serbest piyasacı kapitalizmin gidici olduğu muhakkak ama, gelen gideni aratabilir... Her geçen gün daha da karanlık bir şekilde üzerimize çöreklenen faşizan alternatiflere tek çare, 1980'lerin, 2000'lerin sahte “piyasa” cennetine dönmek değil, yepyeni bir gelecek kurmak.

Türkiye’ye arsızca musallat olmuş bir rejimin, Akdeniz hakkındaki alt-emperyal hevesleri Mare Nostrum ismine yeni bir renk katıyor. Tüm emperyalist iktidarlar gibi, çevresindeki her doğa parçasını doğuştan kendi hakkı gibi gören bu rejim de, özellikle Doğu Akdeniz’e göz dikmiş durumda. “Orası bizim” mesajını veriyor tüm dünyaya. Ana çatışma konusu, kendisi dahil bir çok devletin sınırsızca sömürmeye niyetli olduğu doğal kaynaklar. Üstelik tam da bilim insanları, bu enerji açlığının hepimizi geri dönülmez bir uçuruma götürdüğünü söylerken.

Biz Mare Nostrum dediğimizde fark, bu denizin, içinde ve etrafında yaşayan tüm canlılara ait olduğunu vurgulamamızdır. Bu yüzden de sadece Biz değil, “Bizler” desek çok daha isabetli olur. Yani... Şiirsel bir ifadeye sadık kalma amacıyla Mare Nostrum diyorum, ama meramım “Bizlerin Denizleri”...

Alt-emperyal “heva ve heves”ler, sadece bölge halklarına değil, kurda, kuşa, böceğe, balığa da bir saldırıdır. Ve bu saldırganlığı durdurmanın yolu sadece bu gözü doymaz hükümeti değil, bölgedeki tüm kapitalist devletleri alt etmekten geçer. Yoksa... biri gider, diğeri gelir... denizlerimizin, ormanlarımızın yok oluşu, şimdiki gibi gürültülü, zorbaca, ve kibirli şekilde değil de, 1980’lerde, 2000’lerde olduğu gibi tatlılıkla, rızayla sürdürülür. Kendi yerelimizdeki gündelik mücadeleleri verirken dahi, bunların hangi denizlerin dalgası olduğunu unutmamak, gayet önemli o yüzden.

Tabii ki her yazıma bu geniş tabloyu yansıtmam mümkün değil. Çoğunlukla birtakım ülkelerdeki gündelik gelişmelerin (ya da bunların tarihsel arka planının) ayrıntılarını didikliyor olacağım. Ama genel tabloyu tuğla tuğla örer gibi, bu deryalara dalmaktaki amacım, kapitalizmden çıkış yolunun izlerini sürmek olacak. Başka denizlerde esen rüzgarları taşıyacağım buraya ve “bizler”in buralarda verdiği mücadeleleri. Yer yer kendi denizlerimizi de bunlarla bağlantılandırarak.

Hülasa... Bizim kapitalizmimizi başka ülkelerin deneyimlerini yakından tanıyarak idrak etme çabası yani... Yazılarımın amacı bu. Bir nevi, kendimize küresel kapitalizmin ve dünya devriminin aynasında bakmak.

Bu uzun ve güzel yürüyüşü paylaşan tüm yolculara “aşkolsun” diyerek… İki haftada bir buluşmak dileğiyle…

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et