14 Şubat 2021 23:20

Sporun en politik sahası: Milli marş ritüeli

San Francisco 49ers'ın bazı oyuncuları milli marş sırasında diz çöküyor

Fotoğraf: Keith Allison / Wikimedia Commons (CC BY-SA 2.0)

Paylaş

“Amerika’da bir siyahın (milli) marşın sözlerindeki riyakârlığı fark etmemesi için ya sarhoş ya deli ya da ikisi birden olması gerekir. Bu iki yüzlülüğü teşhir etmek için 1968 Olimpiyat Oyunlarına siyah gururu adına biraz hakikat ve dürüstlük aşılamayı amaçladık.”

Tommie Smith ve John Carlos’un görkemli protestosunun arkasındaki İnsan Hakları için Olimpik Proje’nin beyni Harry Edwards, odak noktalarının neden milli marş olduğunu bu sözlerle anlatmıştı. Edwards, olimpiyatların siyasi bir oyun alanı olduğunu, ABD hükümetinin de siyahları baskılayan politikalarını güçlendirmek için bu alandan faydalandığını söylüyordu.

Kurumsallaşmış, ticari spor her zaman politikanın bir unsuruysa, söz konusu politikanın muhaliflerinin de, bu siyasi eğilim ve amaçları yansıtan sembolleri hedef alması şaşırtıcı değil. Nitekim milli marş seremonisi, 20. yüzyılın başından itibaren spor sahalarındaki protestoların birincil alanı olmuştur.

İspanya’da 1920’lerden beri Katalan ve Bask kentlerinin stadyumları bu alanda zengin bir geçmişe sahip. 1933’te Almanya’da iktidarı ele geçiren Nazilerin spor alanındaki ilk icraatlarından biri tüm uluslararası futbol maçlarında milli marşın okunmasını, futbolcuların Hitler selamı vermesini “garanti altına alacak” bir hükümet yetkilisinin takımla birlikte seyahat ettirilmesiydi. Fransa’daki 1938 Dünya Kupası’nda antifaşistlerin faşist İtalya’ya karşı bir numaralı hücum silahı marş protestolarıydı. İşçi olimpiyatlarında ulusal marşların değil Enternasyonal’in çalınması yapay ayrımlara, burjuvazinin devletlerine, milliyetçiliğe karşı işçi enternasyonalizminin yolunda olunduğunun mesajıydı.

1966 Dünya Kupası’nda kapitalist kampın tanımadığı Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin varlığı sebebiyle final maçı haricinde milli marş okunmaması kararı verilmişti. Milli marş okunsa KDHC’nin varlığı kabul edilmiş olacaktı!

1990’larda sağcıların tribünleri zapt ettiği İtalya’da maç öncesi milli marş okunması bir gelenek haline getirilmişti. Türkiye’deki hikâye de malum. İtalya’ya benzer şekilde ‘90’larda  gelenekleştirilen milli marş, aynı dönemde kurumsallaştırıldı. O yıllardan beri her maç öncesi çalınıyor. Buna karşılık milli marşla egemenlerin arzu ettiği biçimde ilişki kurmayanlar da tıpkı Barcelona’da Katalanların, Bilbao’da Baskların yaptığı gibi kendi protesto tarihlerini zenginleştiriyor. Diyarbakır tribünlerinde “Herne Peş” bir zamanların klasiğiydi. (Ha bir de Bucaspor’un Herne Peş’i var ama o trajikomik öyküye girmeyeyim şimdi.)

Anlayacağınız zengin bir tarihten söz ediyoruz. Bu yüzden ABD’de Colin Kaepernick 2016’da milli marş esnasında diz bükerek tarihi protesto dalgasını başlattığında arkası hayli kuvvetliydi. Kaepernick’in protestosu onun spor kariyerine mal oldu ama tüm ABD’yi hatta ötesini etkileyen bir güce ulaştı.

Dallas Mavericks’in sezon başında aldığı maç öncesi milli marş okumama kararı bu gücün ve oyuncuların Edwards’ın bahsettiği riyakârlıktan duydukları rahatsızlığın bir göstergesi olduğu kadar protestoların da önüne geçme taktiğiydi.* Geçtiğimiz hafta Teksas’ın namlı Cumhuriyetçileri öfkeli bir şekilde devreye girince Mavericks’in sahibi Mark Cuban da geri adım attı.

“Star-Spangled Banner”ın ABD’nin milli marşı payesine erişmesinde sporun önemli bir payı var. Marc Ferris’in The Unlikely Story of America’s National Anthem: Star-Spangled Banner kitabına göre marş ilk olarak İç Savaş sırasında beyzbol maçlarında söylenmeye başlandı. 1. Dünya Savaşı esnasındaki beyzbol finallerinde yeniden dillere pelesenk olması onun gayriresmi ulusal marş olarak yerini sağlamlaştırdı ve 1931’de resmen ABD’nin milli marşı ilan edilmesini sağladı. Beyzbol sahalarında maç öncesi milli marşın çalınması 2. Dünya Savaşı yıllarında güçlü bir gelenek haline geldi. Savaş sonrası bazı takımlar bu gelenekten vazgeçse de örneğin Chicago Cubs, Vietnam Savaşı yıllarında Star-Spangled Banner’ı yeniden hatırladı. Aynı dönemde NFL, milli marş sırasında oyuncuların kasklarını çıkararak hazır ol vaziyeti alması ve sakız çiğnmemesi gibi zorunluluklar getirdi. Tabii bu dayatmalar da çeşitli protestoların hedefi oldu.

Her maç yayını öncesi seremoni esnasında bayrak ve sponsor bankanın logosunun birleştiği ve açık dimağlara meselenin özünü anımsattığı ülkemizde de milli marş sıklıkla absürt haberlerin, tartışmaların konusu oluyor.

Göztepe’nin başına getirilen milliyetçiliğiyle meşhur Ünal Karaman’ın oyuncularını milli marş sırasında bayrağa döndürmesi medyada “Ünal Karaman etkisi” olarak değerlendirilirken halen bu etkinin altında olan Trabzonspor’da yeni transfer Yunan Bakasetas’a “milli marş sırasında oyuncuların bayrağa dönmesinin kendisini nasıl etkilediği” soruluyor! Bazen bu tip sorulara verilecek en iyi yanıt Bakasetas’ın yaptığı gibi “Sadece futbol konuşmak istiyorum” demek. Yeri geldiğindeyse Carlos ve Smith ya da Kaepernick gibi eyleme geçmek. Şurası kesin ki spor sahalarında bir mücadele ve politika üretme alanı olarak “milli marş” verimini hiç yitirmeyecek.

*1996’da Denver Nuggets, dini ve politik gerekçelerle milli marş sırasında ayağa kalkmayan Mahmud Abdul-Rauf’a önlem olarak onu soyunma odasında tutuyordu. NFL de Kaepernick’in protestoları sonrası eylemlerin görünürlüğünü azaltmak için oyunculara milli marş sırasında soyunma odasında kalma “hakkı” tanımıştı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa