Blöf çağı

Görsel: Tumisu/Pixabay
Avustralyalılar Perşembe sabahı uyandıklarında Facebook hesaplarındaki tüm haberlerin silindiğini fark ettiler. Dahası haber erişimleri ve paylaşımları da engellenmişti. Sebebi Avustralya Hükümeti’nin hazırladığı ve geçmek üzere olan bir yasa tasarısı. Yasaya göre teknoloji platformları içeriklerin yalnızca bir kısmı görünse bile haber kuruluşlarına ücret ödemek zorunda. Haber kurumları bildiğiniz üzere dünyanın her yerinde krizde, reklam gelirlerinin büyük kısmı internet ve mobile kaydı ve orada da rekabet edemedikleri ölçeklere ulaşan teknoloji platformları aslan payını alıyor. Medya şimdi bu pastadan dolaylı yoldan pay istiyor. Görünürde haberciliğin maliyetini kim karşılayacak tartışması gibi duruyor, ama öyle değil:
Yasanın arkasında hükümetle arası gayet iyi olan Avustralya medya devi News Corporation yani Rupert Murdoch’ın olduğu söyleniyor. Gerilimi tırmandıran olaylardan birisi de Çarşamba akşamı News Corp.’un Google’la bir anlaşma yaptığını açıklaması, yani Google çıkacak yasaya itiraz etmiyor. Ancak Facebook görünen o ki bu blöfü görmemeyi tercih etti. Bir açıklama yayımlayarak diğer teknoloji şirketlerinden farklı olarak yayıncıların içeriklerini gönüllü olarak Facebook’ta paylaştığını hatta bu sayede daha fazla okuyucu/izleyici/kullanıcıya ulaştığını ve daha fazla reklam geliri elde ettiğini savundu. Medya demokratik bir toplum için çok gerekli, biz de desteklemek için elimizden geleni yapıyoruz ama neticede “Haberler bizim içeriğimizin yüzde dördünden azını oluşturuyor” da dedi. New York City Üniversitesi’nden Jeff Jarvis Avustralya kamu yayıncısı ABC’de “Bu karar Facebook’u rahatlatmış bile olabilir, neticede haberler yüzünden hep başı derde giriyordu” yorumunu yaptı.
Durum şimdilik buna yeterli kanıt sunmuyor: Silinenler arasında sağlık bakanlığının bilgilendirici içerikleri, acil servis yönlendirmeleri, meteoroloji servisleri hatta yaklaşan seçimlere rağmen muhalif adayların sayfaları da var. Neyin haber sayılıp sayılmadığı konusunda bir şeffaflık yok. Dahası New York Times’tan Damien Cave’e göre aşı karşıtlarının, Covid 19’un 5G teknolojisiyle yayıldığına inanan komplo teorisyenlerinin, UFO - Uzaylılar hesaplarının sayfaları yerli yerinde dururken, aynı yazıda İnsan Hakları İzleme Örgütü Avustralya direktörü Elaine Pearson, Avustralya'da gözaltındaki ölümler, Myanmar'daki darbe ve diğer hak ihlallerine ilişkin raporlara erişimin engellenmesini korkutucu olarak betimliyor. Buna kâr amacı gütmeyen, alternatif bağımsız medyayı da ekleyince bu blöf savaşında hükümet ve Murdoch koalisyonu ile Facebook tepişmesi arasında kimlerin ezildiği çok daha açık biçimde görünüyor. Olması gereken belki teknoloji devlerini vergilendirip bunu özellikle kâr amacı gütmeyen bağımsız medyayı güçlendirmek için kullanmak; lâkin kapitalizm böyle görünüşte adilane çözümleri dahi sevmiyor.
Siyasetin uluslararası ölçekte otoriterleşmesi, artık aşınmış bir terim olmakla birlikte popülist liderlerin karşılıklı blöf siyaseti yalnızca medya, sosyal medya değil hayatın her alanına sirayet edip hak ihlalleri üretiyor. İki hafta önce Fransa’nın bağımsız medya kurumu Mediapart’ta Nicolas Cheviron imzalı Galatasaray Üniversitesi’nde ders veren Fransız öğretim üyelerine ilişkin bir haber yayımlandı. Habere göre üniversitede Fransızca eğitimi ya da uzman oldukları alanlarda ders vermek üzere gelen farklı sözleşmelere tabi olan öğretim üyelerinden ilk kez Türkçeyi B2 seviyesinde bildiklerini kanıtlayan bir belge istendi ve bu belgeyi sağlayamadıkları için bir kısmının oturum ve çalışma izinleri yenilenmedi, maaşları ödenmedi. Üstelik bu belgenin ancak Yunus Emre Enstitüsü’nden verilebileceği koşulu getirildi. Öğretim üyelerinin yaşadıkları hak ihlalinin ancak Fransa’daki bir haber sitesinden öğrenilmesinin vahameti bir yana, duyulur duyulmaz, Boğaziçi’nde olduğu gibi, cesurca ilk itiraz yine öğrencilerden geldi. Eğitim kalitesinin düşmesinden duyulan endişeden ziyade onları harekete geçiren hocalarının karşı karşıya kaldığı durumun bir hak ihlali olmasıydı. İlk olarak adı verilmeyen bir YÖK yetkilisi BBC’ye kararın "Fransa'daki üniversitelere ve ortaöğretim kurumlarına gönderilen Türkçe okutmanları ve din görevlilerinden B2 düzeyinde Fransızca istenmesi" sonucu alındığını söyledi. Bilgi talebine kamuya açık cevap Nagehan Alçı’nın köşesinden geldi. YÖK Başkanı Yekta Saraç kendisini aramış, bir saate yakın konuşmuşlar. Saraç, “Fransa tavrını değiştirdiği an biz de gerekli adımı atacağız. Bu karara politik anlamlar yüklemek doğru olmaz" demiş. Cümlenin kendi içindeki çelişkisini bir yana bırakırsak; çok eleştirsek dahi YÖK’ün bu kararı tek başına alamayacağını biliyoruz. Bu karşılıklılık konusunun ne kadar anlamsız olduğuna dair detaylarda sözü Baskın Oran’a bırakarak, Fransa’da akademisyenleri “Islamo-leftist’’ [İslamo-solcu] olarak etiketleyip soruşturma başlatan Macron hükümeti ile “Çünkü biz de imparatorluk bakiyesi bir ülkeyiz” diyen YÖK Başkanı arasındaki efelenmenin ezilenleri öğrenciler ve öğretim üyeleri. Medyaysa, adı üniversite olan bir kurumun öğretim üyeleri, öğrencileri ve mezunlarının ne kadar “milliyetçi” olduğuna kefil olmaya kalkıyor.
Oysa "İslamo-solculuk tüm toplumu yozlaştırıyor ve üniversiteler dokunulmaz değil" diyen ve ırkçılık ve toplumsal cinsiyet alanında çalışan akademisyenleri her şeyi bölme, toplumsal kırılma ve düşmanın gözünden bakmayla suçlayan Fransa Yüksek Öğretim Bakanı Frédérique Vidal ile öğrencileri "terörist", İnsan Hakları Derneği'ni "canı çıkasıca" diye niteleyen Süleyman Soylu arasında sadece üslup farkı var.
Fillerin tepiştiği çimenlerin ezildiği masada teknoloji platformlarının artık birer sandalyesi var. Ve biz herkesin blöf peşinde olduğu bu poker masasından kalkıp gerçek bir dayanışma ağı kuramıyoruz. Facebook bizim arkadaşımız değil, internetin ekonomi politiğine yine ve yeniden bu gözle bakmak gerekiyor.
Evrensel'i Takip Et