Olaya dışarıdan bakmak

Özlem Zengin | Fotoğraf: DHA
Kendimi milli irade devletinin dışında konumlandırıyorum; milli irade devletinin üzerinde yükseldiği siyasi tefekkürün dışına çıkıyorum ve bu yazıyı yazıyorum.
Hariçten gazel okuyorum; eskiden olayın dışında kalıp olaya ilişkin görüş sunanlara “hariçten gazel okuyor” derlerdi. Kendimi tutamadım, bildiğim kadarıyla 1920’li yıllardaki “burjuva demokratik devletinin temeli olan düşünce özgürlüğü hiçbir koşulda, hangi nedenle olursa olsun sınırlandırılmaz” anlayışını, uygulamada her somut olayı “açık ve MEVCUT tehlike” ölçütünün kantarında irdeleyip ete kemiğe büründüren ABD yargı kararlarının cazibeli anısına kapıldım, aynı yıllarda aynı ölçütü aynı amaçla savunan Harold Laski’nin sonradan yazıya dökülen konuşmaları kulaklarımda çınladı, gaza geldim, yazıyorum.
Konumum milli irade devleti dışı, düşünce koordinatlarım milli irade devletinin kurucu siyasi tefekkürüyle hiçbir noktada çakışmıyor; sadece hariçten gazel okuyorum.
TBMM’de bir kadın milletvekili önce çıplak aramayı anında değil, bir yıl sonra açıklayan kadınları onursuzlukla değerlendirdi, ardından değerlendirmesinin arkasında durduğunu, çünkü haklı olduğunu açıkladı ve “düşünce özürlüğü” dedi.
TBMM’de bir başka erkek milletvekili, sosyal medyada paylaştığı bir haber nedeniyle hapis cezasıyla cezalandırıldı. Mahkûmiyet kararını onaylayan Yargıtay düşünce özgürlüğünün düşüncenin içeriğine göre sınırlandırılabileceğine karar verdi.
Ben hariçten gazel okurken diyorum ki; “kadın milletvekili ‘düşünce özgürlüğü’ derken haklıdır ama söyledikleri haklı ya da doğru olduğu ya da milletvekili sıfatıyla kürsü dokunulmazlığından yararlandığı veya düşüncesi düşünce özgürlüğünün sınırları dışına çıkmadığı için değil, hiçbir düşünce hangi nedenle olursa olsun sınırlandırılamayacağı, hiçbir düşünce için herhangi bir sınırlama öngörülemeyeceği için haklıdır. Bu milletvekilinin açıkladığı düşünceyi haksız hatta tiksindirici bulsam bile düşünce özgürlüğüne karşı çıkamam.”
Hariçten gazel okumaya devam ediyor, “erkek milletvekilinin hapisle cezalandırılmasını onaylayan Yargıtay kararı ‘milletvekilinin paylaştığı haber ve haberi paylaşırken savunduğu düşünce düşünce özgürlüğünün sınırları dışına çıkmadığı için değil, hiçbir düşünceye herhangi bir sınırlama getirilemeyeceği için hatalıdır, yanlıştır” diyorum.
Hariçten gazel okumanın ayrı bir keyfi vardır, kendinizi tutamazsınız; ben de kendimi tutamıyorum ve 1920’li yılların anısına, o günlerin günümüzde neredeyse her ülkede unutulan/unutturulan açık ve mevcut tehlike ölçütünü Yargıtay kararının eleştirisinde kullanıyorum: “Anayasa’nın 14. Maddesi ‘anayasada yer alan hak ve hürriyetlerinden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğüyle bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz’ der. Anayasa’nın bu maddesindeki düzenleme düşünceyi içeriği bakımından sınırlamaya yönelik değildir, düşünce yasağı getirmez. Maddenin öngördüğü kabul edilemez somut durum şudur: Düşünceyi somut bir olayda açıklarken gerçekleştirilen faaliyet -yani düşüncenin kendisi değil- o somut olayda somut olarak devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünü bozmaya veya demokratik ve lâik cumhuriyeti ortadan kaldırmaya yönelik ve bu sonucu sağlamaya elverişli bir davranışa dönüştürülmemelidir. Öyle bir durumun söz konusu olup olmadığını nasıl anlayacağız? Somut olayda düşünceyi açıklarken gerçekleştirilen somut faaliyet ile bu faaliyet nedeniyle ortaya çıktığı ileri sürülen sonuç arasındaki ilişkinin o anda var olup olmadığını merceği ‘açık ve MEVCUT bir tehlike’ ölçütüyle güçlendirilmiş yargı fotoğrafıyla saptayarak…”
Ne var ki, Anayasa Mahkemesi 14. Maddede öngörülen ‘”faaliyet” kapsamına düşüncenin bizzat kendisini, içeriği bakımından değerlendirerek soktu ve açık ve MEVCUT tehlike ölçütünü açık ve YAKIN tehlike ölçütüyle değiştirdi. Böylece ölçüt düşünceyi açıklarken gerçekleştirilen somut faaliyeti değil, düşüncenin içeriğini değerlendiren mekanizmaya dönüştü: Düşünce özgürlüğünün sınırlandırılması meşrulaştırıldı.
Kendi konumumu koruyarak diyorum ki, kapitalizmin düşünce özgürlüğü temelinde kurulduğu ileri sürülen hiçbir devlet biçimi –demokrasi dahil- düşüncenin kendisini suç olmaktan çıkartmadı. Düşünce özgürlüğünün gerçekleşmesi için devlet biçiminin değil kapitalist sistemin sorgulanması gerekiyor.
Evrensel'i Takip Et