20 Şubat 2021

Beyaz kaplanlar

DİĞER YAZILARI

“The White Tiger” 2008’de oldukça prestijli “Man Booker Roman Ödülü”nü kazanan bir kitap. Yazarı Aravind Adiga.

Yazar, kast sistemini, emek sömürüsünü, ataerkilliği, sınıf kinini bir şoförün yazdığı mektuplar üzerinden anlatıyor.

Bu sene yönetmenliğini Ramin Bahrani’nin yaptığı aynı isimli film olarak izleyiciyle buluştu.

Yazarı Avustralya’ya göçen Hintli bir ailenin çocuğu, yönetmeni İran asıllı bir Amerikalı.

Benim için film kadar önemli oldu bu detay, ne acıdır ki İran asıllı yönetmen İran’da, Hintli yazar Hindistan’da yaşamıyorken ortaya çıkardılar bu filmi.

Bizim de başımızın üzerindeki Demokles’in Kılıcı aynı beyin göçü, yetenek göçü.

Film ismini her nesilde bir tane görüldüğü söylenen beyaz kaplandan alıyor: Bir cevher.

Bense büyük bir kötücüllüğün içinde bundan payını alarak kendi kurtuluşunu sağlayan birini izledim.

Aklımda kalan bir cümle: Hindistan’da fakir biri zirveye çıkmak istiyorsa ya suça ya da siyasete bulaşmalıdır.

Sizin ülkenizde de böyle mi?

Bizim ülkemizde bu böyle değildi. Devlet okullarında, hatta gereğinde parasız yatılı okuyarak, sonrasında dünya sıralamasında yeri olan devlet üniversitelerine girerek kamuda, özel sektörde ve kültür-sanat alanında ülkenin bir değeri, bir yöneticisi olmak mümkündü.

Bu, bazı okullar imam hatiplere ve proje okullara dönüşmeden, patır patır açılan üniversitelerin kadroları aynı soyadı taşımazken, KHK’lerle akademik kadrolar tarumar edilmemişken, akademik unvanlar birer hediye gibi şahıslara yeri geldiğinde kanun-kural değiştirilip dağıtılmamışken mümkündü.

Kamuda ve özel sektörde insanların, yetenekleri, yetkinlikleri ve tecrübelerine göre istihdam edildiği zamanlardı.

Kültür sanattan herkesin az çok anladığı, ağzımızın biraz bari tadı olduğu yıllardı.

Şimdilerde her şey parti üyeliğine ve parti selahiyeti için ne kadar ödün verebileceğine bağlı.

Müreffeh bir hayat istiyorsan bir kadının haysiyetini halk önünde sorgulayabilecek misin mesela?

Suçsuz olduğunu bildiğin insanlar için binlerce sayfa iddianameler yazabilecek misin? Tutsak edebilecek misin? Bir imza ile binlerce insanı işsiz bırakabilecek misin?

Dilin hakarete alışacak mı? 

Ama öte yandan, zirveye çıkmak için değil de herkesin kurtuluşu için siyasete atılanlar var.

Bu ülkede iktidardan değilsen siyasete niyetlenmek, bütün bedellere hazır olmayı gerektiriyor.

Öte yandan siyaset, hepimiz dahil olmadıkça bir anlam ifade etmiyor. Bedeli birilerine yıkıp yakınıyoruz oturduğumuz evlerde kendi kendimize, hiç kimseleri beğenmeyerek.

Film, fakirliğin köleliğinden kurtulmak için tüm değerlerini ve hatta ailesini ateşe atan bir gencin hikayesi.

Bireysel kurtuluşlar belki filmlerin sonunda oh olsun dedirtebilir ama asıl beyaz kaplanlar bulundukları sistemi değiştirmek için, kendi gibilerin tamamı için mücadele edenler.

Kimi zaman yerinde mücadele olamayabiliyor, kahrolası sürgün yüzünden. Gittiği yerden bildiğini okumak da bir şey, o da mücadeleye dahil.

Sürgün, aşk acısıyla falan kıyaslanabilir bir ayrılık değil. Aşkın kökünden daha derindedir doğduğun toprak. İçinde tüm iyi kötü günlerin, anıların, sevdiklerin ve hesap soramadıkların var.

Nefes alamadığında, nefes aldırmayacaklarını hissettiğinde gitmek zorunda kalmak da anlaşılır. İnsanın kendini sürgün edişi bir nevi.

Özlemlerle yaşamayı kabul etme hali. Hepsinin arkasında ülkeye dair “keşke”ler gizleniyor.

HİÇBİR YERE GİTMİYORUZ

Geçen hafta, İnsan Hakları’nın uluslararası alanda tanınan iki ismi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ve Av. Eren Keskin, kendilerine verilen cezalarla ilgili “Hiçbir yere gitmiyoruz” dediler.

Bu, bana (ve eminim benim gibi birçok insana) büyük bir güven verdi.

“Hakaret değil hakikattir” demişti Şebnem Hoca yargılandığı tweet için. Öyle dimdik, hiç bükülmeden durdu iki kadın.

Hakikati savunanlar olduğu sürece hayat var bize bu ülkede.

O yüzden “Hiçbir yere gitmiyoruz” cümlesi, üzerimize savrulan tüm tehditlerden daha güçlü bir kalkan.

"GÖÇMEN EMEĞİNİN KÜRESEL DEVİNİMİ: SEKİZİNCİ KITA" KİTABI

Bir de kitap okudum bu hafta, Ercüment Akdeniz’in “Göçmen Emeğinin Küresel Devinimi: Sekizinci Kıta”sını.

Kitap gitmek zorunda kalanların hikayelerini anlatıyor. Her birinin bir ömür olduğunu hatırlatıyor bize. İstatistiklerden ibaret değil göçmenler.

10 ülkeden 10 hikaye, hepsi bambaşka insanlar ama emeğin sömürüsünde değişen bir şey yok.

Sunu bölümünde yazar, babasına ithaf ediyor kitabı, Suudi Arabistan’da uzun yıllar göçmen işçi olarak çalışmış babasına. Kendini geçmişinden sıyırmak yerine, tüm göçmen işçilerin sesi olmayı seçmiş yazar ve üstelik siyaseti fakirlikten kurtulmak için değil fakirliği kaldırmak için seçmiş biri.

Hepimizin yapması gerektiği gibi.

BİZİM BİNLERCE BEYAZ KAPLANIMIZ VAR

Hiçbir yere gitmemek, göçmenlik ve sürgün olmak üzerine okuyarak, izleyerek, düşünerek geçti bu hafta. Boğaziçi nezdinde, gençleri kaybedeceğiz endişesinin de payı var.

Biz her ne kadar yaşadığımız baskıdan, adaletsizlikten, sömürüden yorgun düşmüş olsak da şanslıyız aslında.

Bizim beyaz kaplanlarımız bir nesilde bir defa gelmiyor dünyaya.

Zorluklardan kendini kurtarmak, acılardan sıyrılmak, varsıllığın peşinde değerlerinden vazgeçmek yerine tüm ezilenler için, hak arayanlar için, hepimiz için dimdik mücadele edenimiz çok. Onların gücü de günün gelişine göre tehdit savuranlardan büyük.

Tarihe bu kitaplar, sipariş üzerine açılan davalardan ders niteliğinde savunmalar kalacak. 

Biz kalacağız.

Hiçbir yere gitmiyoruz, buradayız.

Biz kazanacağız.

Bizim binlerce beyaz kaplanımız var.

Evrensel'i Takip Et