Garê, yüzleşmeye davettir

Hulusi Akar (solda), Meral Akşener (sağda) | Fotoğraf: DHA
Konu Garê... Tartışılıyor ve görünen o ki tartışılacak daha. Öncelikle bu tartışmaya bir not düşerek başlayalım: Bu olay, tarihsel-güncel bütün bağlamlarıyla konuşulabiliyor mu? Konuşulabilir mi? Bugün ifade özgürlüğü de dahil mevcut standartlar bunu yapmaya uygun mu? Maalesef, bütün boyutlarıyla konuşmak mümkün olamıyor. Konuşulabilecekler konuşulabiliyor sadece ve bu bile bazı ‘ayarları’ bozmaya yetiyor.
Devlet-muhalefet (kastedilen ‘düzen içi’ muhalefettir) ilişkisi bakımından Garê olayı da ayar bozucu bir sonuç üretti. Önemli ‘ilk’lerden biridir. Konu ‘terörle mücadele’ ya da ‘milli güvenlik’ olduğunda, yaşanan ne olursa olsun başarısızlık asla söz konusu olmazdı! Garê’deki başarısızlık tespiti bir ilktir mesela. Bazı emekli general ya da subaylar bile teknik detaylarıyla birlikte yaşanan başarısızlığı açıkça konuşmaktan imtina etmiyorlar.
Başarısızlık tespitiyle kalınmıyor üstelik, ‘sorumlu kim?’ sorusu soruluyor. Sorumluların hesap vermesi isteniyor ki bu da ilktir.
"SORUMLU DEVLETTİR" YANITININ MEALİ
‘Sorumlu kim?’ sorusuna verilmiş ‘sorumlu devlettir’ yanıtı sorumluluktan kaçmayı içermiyor sadece. Bir gelenek de hatırlatılıyor: “Dikkat, devlete itiraz ediyorsunuz” uyarısı yapılmış oluyor ve muhalefetteki ‘itirazsızlık’ geleneğine hitap ediliyor. Çoğu zaman, “devlet işidir, karşı gelmek olmaz” diyen muhalefet bu açmazıyla yüzleşiyor bir kez daha ve ilk kez farklı bir tutum sergileniyor. Devlet ile tek adam iktidarı arasındaki mesafenin çok da uzak ara olmadığı gerçeği kendisini dayatıyor. Operasyona dair sorulan sorular aslında devlete sorulmuş oluyor. Eklektik de olsa, geleneksel açmazlarının gölgesinde ikircikler de içerse, bir ilk sayılmalıdır bu yüzleşme de.
Normal koşullarda, az çok demokratik teamüllerin geçerli olduğu bir ülkede, Garê’deki gibi bir başarısızlığın sonunda muhalefetin tepki göstermesi gayet sıradandır. Bu standartları veri alan birinin Türkiye’deki muhalefet partilerinin görece itirazlarını “abartmamak gerektiğini” hatırlatması ve “yeterli bulmaması” makul karşılanabilir. Oysa burası Türkiye! Ve söz konusu olan da bir şekilde Kürt sorunuyla ilintili bir konu. Soruna dair yüz yıllık taşlaşmış (beton diyordu biri!) siyasal algı, ‘bilinç’ ve refleks malum. ‘Milli duruş’ denilen bi şey var değil mi?! Herkesin ‘milli duruş’a (siz esas duruş anlayın) çağrıldığı ve çağrılanların da önemli ölçüde riayet ettiği, herkesin yerini ezbere bildiği bir sorunun kapsama alanında vuku bulmuş Garê, ülkenin kıstırılmaya çalışıldığı ‘milli siyaset’ parantezinin dışında bir sonuç üretti. Tamam abartmayalım ama hiç de küçümsemeyelim.
AKŞENER’İN SÖZLERİNDEN TÜRETİLECEK SORULAR...
Sadece gülümseten ‘Karadeniz’in gazıyla refaha ereceğiz’ nümayişleri veya kahkaha attıran ‘üç vakte kadar uzaya yolculuk var’ müjdesinden sonra, her daim medet umulan ‘milli damar’ı şahlandıracak, sonunda “bu da mı gol değil!” diye muhalefet dahil tüm bir ‘millet’i arkasında hizaya sokacak bir hamle yapayım derken, olmadı. Ters tepti...
Evet, sonuçta insan hayatlarına mal olacağı kaçınılmaz bir operasyon, ‘fırsat’ olarak görülüyor, ne hazin, ne acı... Ama işte, iktidarının propagandasını büyük ölçüde böylesi ‘zafer’ hikayelerine bağlamış bir siyaset ekseni açısından, böylesi hümanist yaklaşımlara gülüp geçileceği de orta yerde duran kaskatı bir gerçek.
İyi Parti’nin lideri Akşener’in, Cumhurbaşkanının parti kongresinde çocuğu Garê’de hayatını kaybetmiş bir anneyle konuşmasına atfen söylediği sözler bu gerçeğe işaret ettiği kadar, kendisi de dahil bütün bir siyaset kurumunun muaf sayılamayacağı bir yüzleşme çağrısıdır da aslında: “Senin görevin şeref dağıtmak değil, o anaların çocuklarını yaşatmaktır.”
Mesele gerçekten de budur; anaların çocuklarını yaşatmaktır. Yoksa bugün Garê olur, yarın başka bir yer. Ölüm değil yaşatmak esaslı çözümler düşünmek, konuşmak gereklidir. Akşener’in mevcut çizgisinin buna ne kadar müsait olduğu ortadadır. Yüzleşmeyse yüzleşme: Hayatını kaybeden o insanları kurtarmak için askeri operasyon dışında bir yol yöntem yok muydu? “Devlet terör örgütüyle pazarlık yapmaz!” sihirli reçetesiyle, her diyalog önerisini ‘terör iltisaklı’ diye yaftalamak üzerine ne düşünüyor mesela, Akşener? ‘Çocukları yaşatmak’sa esas olan, bunun için ölmek-öldürmek esaslı askeri operasyonlardan başka öneriler sunmak gerekmez mi? Bırakalım genel soruna ilişkin köklü çözümleri, en azından böylesi lokal durumlarda bu gerçek dillendirilemez mi? Diyalogla can kurtarmak ‘hainlik’ midir? Benzer durumlarda geçmişte defalarca denenen ve sonuç alınan yöntemler neden düşünülmedi, niçin düşünülmez? Aynı devlet değil miydi, o dönemlerdeki diyaloglara müdahil olan, arabuluculuklara yol aralayan? Devlet görüşmez, demek bizzat bu devletin pratiğiyle yalanlanmıyor mu?... Garê’ye dair muhalefet cephesinden yapılan itirazlar, bir ucu geleceğe de açılan bu ve benzeri sorularla buluşmadığı sürece eklektik ve kırılgan kalacaktır.
GERÇEKLİKTEN KOPMUŞLUĞUN KIZGINLIĞI
Ama bu kırılganlıkla da olsa, sonuçta, bayrak sallanınca hizaya geçilir klasiği bu defa yaşanmadı. Dediğimiz gibi, hiza sağlanamadı! ‘Terörü lanetliyoruz’ vurguları murad edilenin sağlandığı anlamına gelmiyor. En küçük bir itiraz sorusuna bile tahammülü olmayan bir ‘hiza’ydı çünkü amaçlanan. Ve hiç de öyle ‘siyaset üstü’ falan değildi. Bir ‘milli’ operasyon üzerinden ‘zafer’ momenti yakalamak da “terör ve HDP’nin kapatılması ya da tecriti” babında muhalefet blokunu baskılayıp dağıtmak da siyasal amaçlar içindeydi, olmadı.
Servis edilen her zamanki yemek yenilmeyince de bolca küfredildi sağa sola: “Terbiyesiz adam” denildi, “Mazbatalı teröristler” denildi, “parça pinçik edeceğiz” denildi... Adet olduğu üzere başarısızlığın faturası ilk elden HDP’lilere kesildi. Yüzlerce insan gözaltına alındı. Dokuz vekil için fezleke hazırlandı. İnsan hakçısı vekil Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun hapis cezası hemen onandı...
“Bir tartışma sırasında, kızdığımız anda gerçek için uğraşmayı bırakır, kendimiz için uğraşmaya başlarız” diyor filozof Goethe. Bu sözün mevcut iktidar için tersten geçerli olduğunu söylemeliyiz. Kızdığı için gerçeklikten kopmuş değil o, gerçeklikten koptuğu için sürekli kızmakta ve hep kendisiyle uğraşmakta...
Evrensel'i Takip Et