21 Şubat 2021

Elleri bağlanmış bulduğum yurdumun…

Fotoğraf: Mahsum Kara/Evrensel

Geçen hafta Diyarbakır’daydım. Biraz özlem ve biraz da merakla dolaştım 20 yıl yaşadığım bu kentin cadde ve sokaklarında…

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun önceki gün bir “haber kanalı”nda “Diyarbakır’ın caddeleri Paris’ten, Londra’dan farklı değil” dediğini duyunca ben de izlenimlerimi paylaşmak istedim.

Diyarbakır deyince akla surlar gelir. Yukarı Mezopotamya ve Anadolu’nun 5 bin yıllık tarihi ve kültüründen izler taşıyan, eski kenti bir ‘kalkan balığı’ biçiminde kuşatan ve 5 kilometre boyunca uzanan surlar…

Suriçi’ye, Urfa Kapı’dan girerken kocaman bir reklam afişi görüyorum: “Surlarda Diriliş Başladı.” Malum, iktidar yeni bir rejim inşa sürecini uzunca bir süredir “diriliş” olarak propaganda ediyor. Haliyle surlar da bu propagandadan nasibini almış görünüyor. Ancak şairin dediği gibi “Ağzı var dili yok Diyarbekir Kalesi” dile gelseydi eğer, sözü şu olurdu “diriliş”ten söz edenlere; gölge etme başka ihsan istemem!

Diyarbakır Surlarının büyük bölümü -Dağkapı’dan Keçi Burcu’na kadarki bölümü- 2000’li yılların başında büyükşehir belediyesinin HADEP ve DBP’de (Feridun Çelik ve Osman Baydemir dönemleri) olduğu dönemlerde temizlenip tarihi bir park alanı haline getirilmiş, bu dönemde düzenlenen festivallerde birçok kültür-sanat etkinliğine ev sahipliği yapmıştı. Surlar yine 2011-2015 yılları arasında DBP’li büyükşehir belediyesinin yürüttüğü çalışmalar sonucunda UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası” listesine alınmıştı. Ama gelin görün ki, tarihi kendilerine göre yeniden yazanlar “surların dirilişini” de kendileriyle başlatıyorlar. “Şehir savaşları”nda yerle bir edilen 6 mahallenin, tepesine “nöbetçi kulübesi” kurulup duvarlarından aylarca lağım akan Keçi Burcu’nun, Tahir Elçi’nin kentin tarih ve kültürel dokusunun korunması çağrısını yaparken dibinde vurulduğu Dört Ayaklı Minare’nin dili olsa da onlar anlatsa!

Urfa Kapı’nın ilerisinde Ali Paşa’nın “Villa Evler”i karşılıyor bizi. Kulakları çınlasın, zamanında Ahmet Davutoğlu “Toledo gibi olacak” demişti, tarihi doku içinde sırıtan bu çirkin binalar için. Karacadağ bazalt taşı yerine beton kaplama ile yapılan bu binalar daha kimse yerleşmeden dökülüyor.

Kentin karla uyandığı bir sabahta ısınmak için mangallarda kömür yakan Çarşiya Şewitî (Yanık Çarşı) esnafı önce ‘şehir savaşları’ndan sonra pandemiden yediği darbelere rağmen ayakta kalmaya çalıyor. Çarşı esnafı, iktidarın “esnafı ezdirmedik” açıklamalarına acı bir tebessümle yanıt veriyor. Konuştuğumuz herkes karamsar; ‘barış’ ve huzur sürecinin o cıvıl cıvıl günlerini eski bir hayal gibi anlatıyorlar.

Akşam belediye-adliye arkasındaki Selahattin Yazıcıoğlu Caddesi’nde bir arkadaşta kalıyorum. Arkadaş, 6. kattaki apartman dairesinin karşısında bir yeri işaret ediyor, “Dün gece burada bir pavyon kavgasında iki kişi vuruldu, önceki gün de adliye önünde bir kadın (Gülistan Şaylemez) öldürüldü” diye anlatıyor.

Kendisi de Suriçi’de kalan gazetemiz Diyarbakır muhabirlerinden Fırat (Topal), gençlerin güpegündüz sur diplerinde “kova” diye tabir edilen bir yöntemle sırayla nasıl esrar içtiklerinden söz ediyor.

Hazreti Süleyman Camii’nin de bulunduğu Saraykapı’ya geçiyoruz. Yol boyu yeşil sarıklı gençler çekiyor dikkatimizi. Müzenin ve kültür müdürlüğünün bulunduğu Sarayiçi’de eski cezaevi olarak kullanılan binanın önünde lüks bir araçtan inen sakallı cüppeli iki kişiyi bir güvenlik görevlisi ellerini öperek karşılıyor ve sonra da onları içeri alıp kapıyı kapatıyor.

Gazetenin Diyarbakır bürosuna dönerken açılışından kısa bir süre sonra belediyeye kayyum atanan ‘kültür merkezi’ yeni adıyla bizi karşılıyor: Sezai Karakoç Kültür ve Kongre Merkezi! ‘Çözüm Süreci’ni “acizlik” olarak niteleyen ve “İslami çözüm”den söz eden Karakoç ismi dönemin ruhuna ne kadar uyuyor değil mi?

Kültür merkezinin önündeki panodaki “kültür” etkinliği reklamı, Sezai Karakoç adını tamamlıyor: “Huzur Dersleri-Modernleşme, Dünyevileşme ve Din.”

Gazete bürosunun bulunduğu Yenişehir’deki ‘Diyarbakır’ ve ‘Özgür’ fırınlarının önünde “mübarek cuma günü” ekmek dilenen onlarca kadın bekliyor…

Anlatacak şey çok ama kısaca değinmeye çalıştığımız bu tablo sebepsiz değil. Bu kente kendi kimliğini unutturmak üzere son 5 yılda adeta bir deli gömleği giydirilmeye çalışılıyor. 2016’da ilan edilen OHAL ve belediyelere atanan kayyumlarla adeta kentin eli-kolu bağlandı. Kadın örgütleri, Kürt kültür ve sanat derslerinin verildiği konservatuvarlar, eğitim destekevleri, Kürt edebiyat ve dil dernekleri, gençlik merkezleri, ‘Sarmaşık’ başta olmak üzere yoksullukla mücadele adına kurulan sosyal vakıf ve dernekler, mahallelerin sorunlarının çözümü için kurulan meclisler yani sosyal, siyasal, kültürel alanda halkın mücadelesi sonucu kurulup kazanılan ne kadar örgütlenme varsa hepsi yok edildi. Bu çalışmalar içinde yer alan binlerce insan hapishanelere dolduruldu. Kent adeta zapturapt altına alındı.

Geriye artan fuhuş ve uyuşturucu kullanımı, toplumu sarmalayan iktidar destekli tarikat ve dini cemaatler, artan kadın cinayetleri ve derinleşen yoksulluk kaldı.

Anlayacağınız halkın ulusal-demokratik mücadele ve örgütlülüğünü yok etmeye çalışan iktidar, bu kente deli gömleği giydirmek, kenti içten içe çürütmek için ne yapmak gerekiyorsa onu yapıyor!

Elbette Diyarbakır’da Süleyman Soylu’nun sözünü ettiği geniş lüks cadde ve binaların yer aldığı bölgeler de (yeni Diyarbakır da) var. Bu kentin geniş işçi-emekçi halk kesimlerinin artan yoksulluğunun öbür yüzünde sömürü ve ranttan beslenen bir zengin tabaka da bulunuyor. Neyi gördüğünüz, kente nereden baktığınıza bağlı. Soylu, Diyarbakır’a iktidarla kader birliği yapan iş birlikçi burjuva çevrelerin durduğu yerden baktığı için sadece o lüks caddeleri görüyor.

O zaman hakikati ortaya çıkarmak için soralım:

Peki, Soylu’nun Paris ve Londra’dan farksız hale geldiğini söylediği Diyarbakır, Türkiye’nin sosyoekonomik gelişmişlik endeksi (SEGE) içinde kaçıncı sırada yer alıyor?

TÜİK’in 2017 verilerine göre 81 il arasında 68. sırada!

Sadece Diyarbakır mı?

“Ülkenizin batısını geliştirdiğiniz gibi doğusunu da geliştirmeniz gerekli. Bütün bunları yaparsanız siz, terörle mücadeleyi bir noktaya taşıyabilirsiniz. Diyarbakır’ın caddeleri Paris’ten, Londra’dan farklı değil” diye övünen bakanın acaba aşağıdaki listeden haberi var mı?

2017 SEGE verilerine göre 6. yani son bölgede yer alan iller şöyle sıralanıyor: Adıyaman 66, Ardahan 67, Diyarbakır 68, Kars 69, Iğdır 70, Bingöl 71, Batman 72, Şanlıurfa 73, Mardin 74, Siirt 75, Bitlis 76, Van 77, Hakkâri 78, Muş 79, Ağrı 80, Şırnak 81.

Ne ilginç tesadüf değil mi!

Diyarbakırlılara sorarsanız, kentlerinin ne Paris ne de Londra gibi olmasını istemiyorlar. Onlar sadece kentlerine giydirmeye çalıştığınız deli gömleğinizi de alıp çekip gitmenizi istiyorlar. Çünkü Diyarbakır halkının kentlerinin binlerce yıllık tarih ve kültürüne sahip çıkması, mücadele içinde var ettikleri kendi ulusal-demokratik değerlerini özgürce yaşaması ve bırakalım Paris, Londra’yı, bu ülkenin batısıyla eşit biçimde barış içinde yaşayacağı bir gelecek kurması için gölgenizi çekmeniz yeter!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et