23 Şubat 2021 23:30

Aşırı sağın diline hapsolmuş bir dünyada bilimsel özgürlük

Kaynak: Freepik

Paylaş

Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencileri yaklaşık iki aydır kayyum rektör atamasına karşı ve akademik özgürlük talebiyle eylemlerini sürdürüyor. Türkiye’de akademik özgürlük kaldı mı, zaten var mıydı, gibi can alıcı soruları sormadan öğretim üyelerinin eylemlerini bir bağlama oturtabilmek zor. Bununla birlikte, akademik özgürlük -aslında bilimsel özgürlük demek daha doğru bir kullanım- meselesi sadece Türkiye’nin sorunu değil, Hindistan’dan, Brezilya’ya, Macaristan’dan Fransa’ya pek çok ülkenin meselesi. Hatta yeni faşist ve yeni popülist rejimlerle evrensel bir sorun haline gelmiş durumda. Bulup da kaybedenler ile zaten bu özgürlüğü hiç yaşamamış olanlar arasında farklar var elbette. Ancak, gerçek anlamda akademik özgürlük hakkına hiç sahip olmamış ülkelerin üniversiteleri açısından bile beterin beteri var. Misal Türkiye.

Elinde olanı kaybedenler için ise durum daha da içler acısı. Misal Fransa. Yüksek Öğretim Bakanı Frédérique Vidal geçtiğimiz hafta sarf ettiği sözlerle, bir süredir devam eden “İslamcı sol” (Islamogauchisme) tartışmasını daha da alevlendirdi. Bakan bu konuşmasında, üniversitede İslamcı solculuğa ilişkin soruşturma talep edeceğini söylemişti. İslamcı sol ya da İslamcı solcular (Islamo-gauchistes), İslamcı projelere hoşgörü gösteren radikal solcuların bir kısmı için kullanılan bir ifade. Kavramın kökeni 1968 hareketine kadar gitse de esas olarak 2000’li yıllardan itibaren daha sık kullanılmaya başlıyor. Ancak, geçtiğimiz ekim ayında Öğretmen Samuel Paty’nin katledilmesinin ardından Fransa’da kavram özellikle bazı akademisyenleri damgalamak için hükümet tarafından kullanılmaya başlandı. Yaklaşım ve damgalama tanıdık gelmiştir. “Islamo-gauchistes” yerine bölücü, müstemleke aydını, karanlık aydınlar gibi sözleri koyarsanız daha da tanıdık gelir.

Bakan bu sözleriyle, iktidarın bu yaftalamalarına bir süredir maruz kalan meslektaşlarımız için adeta bir cadı avına davet çıkardı. Neyse ki, Fransa’da bilim insanlarının harekete geçmesi için bizzat mağdur olmaları gerekmiyor da bakanın sözlerinin hemen ardından istifa çağrılarına ve diğer kolektif eylemlerine başladılar. Örgütlü olmaları da hızlı refleks göstermelerini kolaylaştırdı.

“İslamcı solcular” yaftalamasında hedef haline gelen isimlerden biri de geçtiğimiz aylarda aşırı sağcı militanların “Samuel Paty gibi kafanı koparırız” tehditlerine maruz kalan sevgili dostum ve meslektaşım Eric Fassin. Onun uzmanlık alanı olan ırk ve toplumsal cinsiyet konuları geçtiğimiz günlerde E. Macron’un hedefindeydi. Macron bu araştırma konularını ABD’den ithal konular olarak nitelemiş ve küçümsemişti. Dolayısıyla da bu alanlarda uzmanlaşmış bilim insanlarını (kendince müstemleke aydını demek istemişti herhalde :)) gayri meşrulaştırmaya çalışmıştı. Fransa’da bilim insanlarına ne çalışıp ne çalışmamaları gerektiğini tek söyleyen Cumhurbaşkanı değil, bazı bakanlar da bu işe soyundu. Yükseköğrenim Bakanı Vidal de yukarıda zikrettiğim konuşmasında bazı araştırmaların ne kadar gereksiz olduğunu söyledi. Örneğin post-sömürgecilik araştırmalarının. Bilim insanlarının buna tepkisi de gecikmedi. Vasat bir bilim insanının (Bakanın akademik geçmişi kastedilerek) bu cüreti hemen masaya yatırıldı. Bu otoriter sapmalar çağında, intihal yapan birinden rektör olur da vasattan bakan olmaz mı? Olur tabii, hem de alası olur. Aydın düşmanı otoriter sistemler kendilerine parlak bilim insanlarını yandaş edecek değil ya!

Vidal’in konuşmasından bu yana, Fransa’daki bilim kurumları ardı ardına açıklamalar yayımladı. Bilimsel Araştırmalar Ulusal Konseyinden (CNRS), Üniversiteler Ulusal Konseyine (CNU) kadar. Kurumların her biri herhangi bir bilimsel gerçekliği olmayan ve siyasal slogandan öte bir anlamı olmayan “İslamcı solculuk” sloganının akademik özgürlüklere tehdit oluşturacak bir biçimde kullanılmasını kesin bir dille kınadı. Ayrıca, bazı çalışma alanlarının gayrimeşrulaştırılması girişimlerini de aynı sertlikle mahkum etti. Erdoğan’ın izinden giden Macron ve hükümetine karşılık, iki ülke arasındaki en büyük farklardan biri işte tam da burada karşımıza çıkıyor. Türkiye’deki Üniversitelerarası Kurulun, TÜBİTAK’ın, YÖK’ün benzer bir açıklama yaptığını hayal edebiliyor musunuz? Ben edemiyorum. Aksine, gözümün önüne sadece ihraçlar için düğmeye basan rektörler ve YÖK ile projeleri bir bir iptal eden TÜBİTAK, doçentlik jürilerini değiştiren ve adaylıkları durduran bir Üniversitelerarası Kurul geliyor!

Bizim, “Ama onlar da o metni imzalamasalardı” diyerek ölü taklidi yapan meslektaşlarımız vardı. Bu şekilde yaklaşmayanlar küçük bir azınlıktı, onların da başına gelmeyen kalmadı. Fransa’da ise, bilim insanları Faşist Partinin Lideri Marine Le Pen ile iktidardaki Cumhuriyet Yürüyüşü Hareketi’nin İçişleri Bakanının aynı şeyleri söylediklerine dikkat çekiyor. Günümüz Fransa’sında “İslamcı solcular yok, neofaşistler var” diyerek meselenin ve çatışmanın son derece politik olduğuna işaret ediyorlar. Neyin ne olduğunun farkındalar, meselenin sadece bir grup akademisyenin hedefe yerleştirilmesi olmadığını gayet iyi biliyorlar.

Fransa’da 2000’li yılların başından beri iktidar olmasından korkulan aşırı sağ belki seçimleri kazanamadı ama fikirleri iktidarda! Her şey ne kadar da tanıdık!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa