26 Şubat 2021

Merkez Bankası hesabı mutlaka verilmelidir

Günlerdir bir Merkez Bankası hesabı sorulmaktadır; ne oldu da şu malum 128 milyar dolar bir anda buharlaştı? Bu konu net olarak açıklanana ve hesabı topluma hem mali hem de siyasi olarak verilene kadar sorulacaktır, sorulması gerekir. Siyasiler de, hangi mevki ve makamda olursa olsun, bilmeleri gerekir ki, bu durum halkımızı çok yakından ilgilendirmektedir, çünkü böylesi buharlaşan olağanüstü miktar bir tür sosyal hırsızlıktır.

İktisat fakültelerinin ikinci sınıfında okutulan makroekonomi derslerinde şöyle bir soru çok olağandır: Bir ülkede ani ve devamlı kur yükselişi yaşanıyorsa, Merkez Bankası politikası ne olmalıdır? Buna verilecek yanıt Dornbusch-Fischer makro kitabında ve oradan intihale sapmadan alıntı yapılmış herhangi bir makro kitabında son derece açıktır. Üstelik böyle bir konu ile karşılaşınca makul sonuca ulaşabilmek için ‘intihal’li yüksek lisans yapmaya dahi gerek yoktur, lisans eğitimi yeter.

Bu konuya lisans düzeyinde verilen bilgide denir ki, Merkez Bankası böyle bir olayla karşılaştığında aynı anda iki şeye bakar, birincisi rezerv deposunda ne kadar para bulunmaktadır, ikincisi ise kur yükselişinin eğilim şiddeti ve genel piyasa durumu nedir? Bu durumu daha anlaşılır bir dille açıklamak gerekirse mesele şöyle ortaya koyulabilir: Yangının şiddeti ve yayılma alanı nedir, itfaiyenin bu duruma müdahale kabiliyeti ne kadardır? Eğer Merkez Bankasının ilk müdahalesi anında ve kararlı bir şekilde kurun yükselişini durduramayacak düzeyde ise, yapılan her müdahale birilerini zenginleştirecek olacağından müdahale bu yolla yapılmaz, faiz müdahalesi yoluna gidilir. Zira piyasaya saçılan dövizleri ele geçirenler müteakip yükselmeden haksız kazanç sağlamış olacaklardır. Bu durum Merkez Bankasının birilerini (tabii ki yandaşları) zenginleştirmesi demektir. Ancak eğer Merkez Bankasının ilk müdahalesi yangını söndürebilir ise haksız zenginleşme oluşmaz. İşte, kur yükselişi ve Merkez Bankası müdahale koşulları ve sonuç, siyasi ranta dökülmemek şartıyla, bu şekilde fevkalede basit bir lisans düzeyi konusudur.

Türkiye’nin başına örülmüş olan siyasi acı tablonun ülke aleyhine trajedisi, bu tabloya katkı yapan hukukçuları da kepaze edercesine siyasi kurnazlıklara yatkınlığıdır. Bu durum tüm siyasi ve ekonomik işleri bir merkeze bağlamanın meşum sonucudur. O nedenledir ki, bu sistemi oluşturan, oluşumuna katkı yapan teknik ya da hukuki herkes böylesi yanlışlardan, sosyal hırsızlıklardan sorumludur.

Peki, Merkez Bankasını böylesi ‘öğrenilmiş acemi davranış’a ya da siyasi kurnazlığa iten acaba ekonomi dışı sebep ne olabilir? Bilemem; ama düşüncem şudur ki, yapılması çok kuşkulu İstanbul Kanalı ve içinde yaşadığımız ekonomik sıkıntılara rağmen girişilen ve ilk anda hesapsız kitapsız gibi görülen bazı projelerde de saik ya da mantık bence hep aynıdır. Düşündüğüm saik şudur: Büyük ihalelerden aktarılan paylarla hem anlık siyaset finanse edilmekte hem de olası seçimler için bir tür örtülü fon ayırılıyor olmaktadır. Bu tür harcamalar bütçelerde gösterilemeyeceği gibi, parti hesaplarında da açıkça gösterilemez, hatta örtülü ödeneklerde de gösterilmesi fazla olası değildir.

Merkez Bankası meselesine döndüğümüzde şu soruyu soralım. Merkez Bankası bu miktarı genellikle kamu bankaları kanalı ya da sair yollarla erittiğinde kur düştü mü? Hayır, düşmedi, tam tersi, kur yükselişi devam etti. Peki, bu durumu Merkez Bankası öngöremedi mi, yoksa görmek istemedi mi? Bu durumda böyle bir soru çok safçadır. Hesap ya da amaç zaten kuru düşürmek değildi ki! Amaç, bir yandan, bu durumu topluma ekonomi olayı olarak yansıtıp, olumsuzlukla mücadele ediliyor, kur yolu ile ekonomiyi vurmaya çalışan sanal “düşman”lara karşı savaşılıyor görüntüsü vererek siyasi başarı sağlamak, diğer yandan da yandaş ya da örtülü kılcal damarlarda akan kur zenginliğinden nakit sağlayarak siyasetin finansmanını kotarmaktı. Bu sürecin devamını sağlamak için de durmadan akıl almaz şekilde faiz ile enflasyon arasında ters ilişki kurmak ise, “Cambaza bak” kabilinden halkı oyalamaktı. Muhtemelen bu olayın arkası da hesaplanmıştı. Şöyle ki, ilk anda sorumlu görülen ve hedefe koyulacak olan kişi anlaşılmadık istifa biçimi ile ortadan kaybolarak, “en asıl sorumlusu” olayın ilk sıcak anlarında gözden uzak tutularak zedelenmeyecek, yeni yönetici ile, yine emir üzerine faizler yükseltilerek duruma asıl müdahale yapılırken kaçak ikincil sorumlu dışında herkes aklanmış olarak operasyon tamamlanmış ve perde kapanmış olacaktı.

Muhalefet bu oyunu iyi yakaladı ve ne mutlu ki, bir türlü elinden bırakmıyor. Nitekim siyasi çevreler, hem de en üst perdeden bu paraların dağıtıldığını, birilerinin aldığını vs. telaffuz etmek zorunda kaldılar. Fakat iş bununla bitmiyor. Bu paralardan kimler nasıl ve ne kadar nemalandı ise bu haksız kazancı topluma ödetmek gerekmektedir. Çünkü böylesi çok üst düzeyli bir kamu kuruluşu kanalı ile sağlanan varsıllık tesadüfi olamaz. Bu süreçte oluşan haksız kazanç, kazancı elde edenler tarafından olduğu kadar, olaya yeşil ışık yakan siyasi sorumlu ya da sorumlular tarafından mutlaka topluma iade edilmelidir. Zira bu olay, rastlantısal, hatta kasıt olmadan, yanlış politika sonucu olarak görülmemelidir.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Bütün toplum heybede

Bütün toplum heybede

Emekçileri bastırmak için grevler yasaklandı. “İç cepheyi tahkim” denilerek her kesimden siyasetçi, gazeteci ve aydına yönelik sabah operasyonları, tutuklamalar ve akılalmaz gerekçelerle açılan davalar sürüyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen sendikacılık yaptığı için tutuklandı.

Evrensel'i Takip Et