01 Mart 2021 00:00

Bekir Ağırdır’ın metaforunun aynasında siyasete bakmak

PTT sırasında bekleyen vatandaşlar

İstanbul Avcılar'da PTT sırası

Fotoğraf: DHA

Paylaş

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın arkadaşımız Serpil İlgün’e verdiği ve önceki gün Evrensel’de yayımlanan söyleşide kullandığı ‘donmuş göl’ metaforu üzerinde düşünmeyi gerekli kılan cinstendi:

“Şöyle bir metafor kullanıyorum, zamanın durduğu bir yerde donmuş bir göle bakar gibiyiz. Bakarsan, gölün yüzeyi donuk ve donmuşluk da değişmiyor görünüyor. Hatta sabahları uyandığımızda karşı vadide ya da suyun üstünde bir buğu bulutu vardır ya, o buğu bulutu endişe ve kaygı. Çünkü bir yandan geçim meseleleri var, bir yandan da hâlâ can riski var. Yani toplum canı burnunda yaşıyor bir kere. Ama bir yandan da aşağıda insanların zihin dünyasında, gündelik pratiklerinde de değişen bir sürü şey var.” Ağırdır, dış politikadaki köpürmelerin de anlık etkilerle sınırlı kaldığını, akşam eve giderken sofrada ne olacağı sorusunun ağır bastığını dile getiriyor. Ekonomik sorunların AKP’nin tabanında, kitlesel bir kopuşa varmasa da, sorgulamaya yol açtığına dikkati çekiyor.

Evrensel’de yer verdiğimiz çeşitli fabrikalardan işçi mektupları da Ağırdır’ı destekler nitelikteydi.

Diyarbakır büromuzdan arkadaşımız İnanç Yıldız’ın gazetemizde 24 Şubat’ta yayımlanan haberinde, Sosyo Politik Saha Araştırma Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç’in söyledikleri de Ağırdır’ın vurguları ile örtüşüyor: “Örneğin son bir yıl içinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu olarak tariflenen bölge kentlerinde yaptığımız araştırmalara göre her 5 gençten 2’si işsiz, her 5 kişiden 4’ü gelecek kaygısı yaşıyor ve kapıda bir geleceksizlik krizi belirmek üzere. Yine yaptığımız çalışmalara göre her iki haneden biri TÜİK’in belirlediği yoksulluk/açlık sınırında. Öğrencileri ve ücretsiz ev emekçilerini (ev kadını) de kattığımızda ücret getirmeyen bir meşgale ile konumlananların oranı yarıdan fazlaya tekabül ediyor.”

Son seçimler, Bekir Ağırdır ile Yüksel Genç’in aktardıkları saha özellikleriyle örtüşen sonuçlar doğurdu.

Erdoğan’ın hem bu gerçeklik hem de yeni rejimin ruhu bakımından epey bir süredir ‘Büyük söz kurma’ stratejisi izlediğini görüyoruz. Müjdeler ve dış politika hamleleri hep bu stratejinin içinde hareket ediyor. Ancak ‘köpürtme’ siyaseti ekonomik sorunların girdabındaki halk yığınları açısından anlık etkilerle sınırlı kalıyor. İktidar muhtemelen, kendi tabanını kaybetmeme kaygısı ile bu stratejiyi sürdürecektir.

Muhalefetin bu tablo karşısında ne yapacağı sorusu ise, siyasetin seyri ve ülkenin geleceği bakımından önem taşıyor.

‘Millet İttifakı’ cephesinde bu soruya verilen yanıt zaman zaman şöyle oluyor: “Gerilimden uzak duralım, provokasyona gelinmesin. İktidar ilk seçimde gidiyor.”

Sahanın gerçekliği bu cümlelerin bu kadar rahat kurulmasını tam olarak desteklemese de, bir an için iktidarın ilk seçimde gitme ihtimalinin güçlü olduğunu düşünelim. Böyle bir ihtimal, muhalefetin doğru yanıtlar üretmesi gereken soruların varlığını ortadan kaldırır mı?
AKP’nin uygulayıcısı olduğu, işsizlik ve yoksulluğu derinleştiren neoliberal politikalar karşısında doğru yanıtlar üretiliyor mu? Ülkenin demokratikleşme sorunlarının başında gelen Kürt sorunu karşısında iktidarın operasyon ve kayyum politikalarını aşan bir tutum sergileniyor mu? Dokunulmazlıkların kaldırılması dayatmalarına karşı doğru tavır alınabiliyor mu?

Aslında tüm bunlar bile, politika bağlamında sadece işin bir yönüne işaret ediyor. Kitleleri kutsallaştırılan bir lider kültüne tabi olmaya koşullayan politikaya karşı, onları demokratik ve eşitlikçi politikaları savunan partilere oy vermeye çağırmak politika yapma biçiminin esasını değiştirmiyor. O kitlelerle kurulan ilişki onları siyasete oy ile katılan yığınlar olarak görmeyi sürdürdüğü sürece, yığınları nesneleştirmeyi aşıp onları politikaya doğrudan katılan, onu kuran özneler olarak tanımaya varmıyor.

Örneğin Garê operasyonu konusunda iktidarın kurduğu taktik kitlelerde parçalı bir karşılık buldu ise, bunda ülke halklarının, politikanın dışında görülen emekçilerin kendi deneyimleri ile öğrendiklerinin payı hiç mi yok? Onlarca yıldır yukarıdan aşağıya boca edilen şoven, milliyetçi söylemler kuşkusuz güçlü bir kitle tabanı yaratmıştır ama çözümsüzlüğün sürekliliği de emekçiler nezdinde yeni sorulara kapı açmaktadır.

Kitlelerin politikaya doğrudan katılmadığı sosyalizm deneyimlerinin bile giderek onları politikanın dışına iten, bürokratik yozlaşma süreçlerini hızlandırdığı tarihsel bir gerçekse, kitleleri daha baştan birer oya sabitleyen politika kurma biçimleri neyi ne kadar değiştirebilir?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa