Biden'ın Kaşıkçı sorunu

Fotoğraf: Umar Farooq/AA
Joe Biden’ın iktidara gelmesiyle birlikte ABD’yle Suudi Arabistan ilişkilerinin nasıl şekilleneceği önümüzdeki dönemin Ortadoğu siyasetine ilişkin önemli ipuçları taşıyor. Biden’ın Trump gibi İsrail ve Suudi Arabistan’a açık çek vermeyeceği malum, ama destekçilerinin beklediği gibi insan hakları ve demokrasi değerlerinin üstün tutulacağı bir siyaset izlemeyeceği de bu hafta başındaki gelişmelerle belirginleşiyor. Önceki Amerikan yönetimlerinde -ve genel olarak uluslararası siyasette- tanık olduğumuz üzere somut stratejik çıkarlar ve hedefler soyut değerlere tercih ediliyor.
Biden yönetimi izleyeceği politikaya “Yeniden ayarlama” (recalibration) adını veriyor ve bu politikanın merkezinde Obama’nın İran diplomasisi oturuyor. İran’la Temmuz 2015’te imzalanan Ortak Kapsamlı Eylem Planı (OKEP) gerek İran’ın nükleer silah sahibi olmasını engelleyerek Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan gibi müttefiklerini rahatlatmak gerekse Irak ve Suriye’deki IŞİD tehdidine karşı iş birliğinin önünü açmayı hedefliyordu. Şimdi koşullar değişmiş durumda: IŞİD tehdidi şimdilik kontrol altında. Trump’ın OKEP’i tek kalemde çöpe atması ve İranlı Komutan Kasım Süleymani’yi bir SİHA saldırıyla öldürmesi yeni bir anlaşma için daha yüksek bir teminat gerektiriyor. Nitekim Biden’ın OKEP’i yenilemeye yönelik girişimine İran temkinli yaklaşıyor. İran’ın acelesi yok, zamanı var ve bunu kullanacak.
Bu zaman diliminde ise ABD öncelikle Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan gibi müttefiklerini yeniden kendi yanına çekmeye çalışacaktır. Hatırlayacak olursak Obama’nın İran diplomasisinin temelinde ABD’ye yönelik esas tehdidin Ortadoğu’dan değil Çin’den kaynaklandığı değerlendirmesi yatmaktaydı. Bu amaçla Obama Avustralya’daki askeri güçlerinin sayısını arttırma kararı almıştı. Eğer Biden da bu stratejiyi izliyorsa Ortadoğu’da ABD’nin dahil olmasını gerektirecek yeni bir çatışma veya güç gösterisinden kaçınmak isteyecektir. Bunun yerine müttefiklerinden bölgeyi belirli bir dengede tutmalarını talep edecektir. Ancak bölgesel güç mücadelesi ABD’nin küresel stratejisinden bağımsız devam ediyor ve edecek. Biden Yemen’deki savaşta ABD’nin Suudi Arabistan’a verdiği desteği kesiyor, ancak bu savaşa son verecek mi? İran ve Suudi Arabistan vekalet savaşlarını bitirecek, Katar ve Suudi Arabistan barışacak mı? Detaylandırılabilecek bu sorular Biden’ın İran ve Suudi Arabistan diplomasisinin temel parametrelerini oluşturuyor.
İş başına geldiğinde Biden’ın masasında Cemal Kaşıkçı cinayetine ilişkin istihbarat raporu duruyordu. Suudi Veliahtı Muhammed bin Selman’ın (MBS) cinayet emrini verdiğini ortaya koyan bu rapora istinaden Biden yaptırım kararı aldı, ancak prens listede yok. Bu arada Başkanın Suudi Kralı Selman bin Abdülaziz’le ve Savunma Bakanı Llyod Austin’in ülkenin fiili hükümdarı MBS’yle görüştüğü basına yansıdı. Hazine Bakanı Janet Yellen daha sert tedbirler için çağrı yaptı. Kaşıkçı’nın gazetesi The Washington Post (WP) bir başyazıyla yönetimi sert bir şekilde eleştirdi. WP gibi Demokratlara yakın olan The New York Times (NYT) Beyrut Şefi Ben Hubbard Amerikan stratejik çıkarlarının demokrasi ve insan hakları değerlerine üstün geldiğine dair bir değerlendirme yazdı. Bütün bu tepkilere cevaben Biden’ın diplomasi ekibi yaptırımlarda belirli Suudi yetkililere ilişkin getirilen vize yasağının yeni bir küresel araç olduğunu vurguladı. Vize yasağının ne kadar yeni, ne kadar küresel, ne kadar etkili bir siyasi araç olduğunu uzun uzun tartışmaya gerek yok. Örnekler mevcut. Gerçek şu ki, yaptırımlar herhangi siyasi bir değişime yol açmayacak kadar göstermeliktir.
ABD-Suudi Arabistan ilişkisi tüm sorunlara rağmen her iki devlet için de vazgeçilmez bir öneme sahip. ABD düşman olduğu ülkelerdeki demokrasi ve insan hakları ihlallerine ilişkin rahat tavır alır, hatta bazen savaşa vesile yapar. Ancak müttefikler için başka kurallar, protokoller söz konusudur ve Amerikan kamuoyu büyük, başarısız ve maliyeti ağır olan savaşlar dışında bu konuda etkili olmaz.
Evrensel'i Takip Et