03 Mart 2021 23:14

"Mahlasın söyle kim bilem ki yalan olmasın gerçekler diyem!"

Tayyip Erdoğan kürsüde topluluğa konuşurken

Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: DHA

Paylaş

Gerçeğin eninde sonunda galebe çalacağı yönündeki söz ya sözler, aradaki engellerin, birbirleriyle etkileşim içindeki karşıt güçlerin durum, olanak ve araçlarının rolünü hesaba katmama gibi bir tehlikeye açıktır. İletişim teknolojisindeki devasa gelişmelerin toplum hayatına etkisinin muazzam düzeye vardığı günümüz koşullarında içeriksiz sözün de bir miktar etkisinin olabildiğini kabul etmek gerekir.

20 yıldır iktidar tekelini elinde tutan, devlet yönetim yetkilerinin tümünü tekelci bir yeniden organizasyonla azınlığın azınlığı merkezi bir kastın elinde toplayan, organik unsuru olduğu kesim başta gelmek üzere tekelci sermayenin çıkarları için toplumu cendereye alan, uluslararası sermaye güçlerine teminat üstüne teminat veren, küçük-orta sermaye kesimlerini ve çok çeşitli araç ve yöntemlerle yanılttığı emekçi kesimlerini günümüze dek yedekleyebilen bir yönetimin, kampanya ilanıyla “insan hakları” üzerine açıklamalarda bulunması, gerçeğe uyanış göstergesi sayılabilir mi? Onlarca sayfalık söz yığını açıklamada, yeni olup olmamasından bağımsız olarak uygulanacağı söylenen “eylem planı”nın günümüze dek hak gaspı, baskı, saldırı, vahşete varan yıkım, siyasal-sendikal yasaklar, baraj duvarları, zindan ve işkence olarak uygulanmış olması, bir gerçek ise eğer, ardı sıra geleceği söylenen eylemin “diken” olarak işaret edilen muhalif hareket ve örgütlenmeleri tırpanlamayı öngördüğü beklenmelidir.

Kanıta ihtiyaç duyacak denli gerçeklere uyanmamış olanlar işkencenin yürürlükte olduğuna, yargının merkeze bağlanarak AKP-MHP militanlarının hakim ve savcı atandıklarına, tek hakimin Erdoğan yönetimine muhalefet edenlere ağır cezalar kestiklerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve Anayasa Mahkemesi kararlarının iktidar politikalarıyla paralel olmaması durumunda tanınmayıp uygulanmadığına, bunun geçmişte değil hâlâ ve şimdi yürürlükte olan bir politika olduğuna baksınlar. Erdoğan’ın büyük bir kampanya ve eşgüdümcü propagandistler eşliğinde yaptığı açıklamaların hemen akabinde, Boğaziçi’ne atanmış ve gerçekte olmayan bir fakültenin dekanı kimliğiyle konuşan memurun övgüleri, ciddiyetin ve “insan haklarında iyileştirme” beklentisi yaratmaya yönelik sözlerin ‘gerçeğini’ ortaya koymaya yeterliydi! Sahi, “cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla kaç kişi ceza aldı? 168 bin kişiyi bu iddia ile yargıç karşısına çıkaran, muhalif parti başkanını “hakaret” iddiasıyla “medine fukarası” durumuna düşürmeye ahd etmiş, kendilerine muhalif herkesi hain ve düşman ilan ederek saldırı hedefine koyan bu idari biçim ve anlayış nasıl oluyor da demokrasi ve insan hakları üzerine hala vaatlerde bulunabiliyor?

Açıklanan aslında bir süredir eski güç ve desteğini sürdürme problemi yaşayan AKP-MHP, Erdoğan-Bahçeli ve militarist şoven tüm diğer “ortakları”nın buna karşı bir eylem planıdır. Güç takviyesi ve tahkim ihtiyacıyla bağlı bu plan ekonomik saldırıların sınırlarını genişletme, dış ve iç işbirlikçi sermaye kesimleri yararına düzenlemeleri reform adı altında gerçekleştirme, işsiz, yoksul, aç, umutsuzluğa sürüklenen emekçi, genç ve kadın kitlelerini sistemin ve tekelci iktidar gücünün yedekliğinde tutma hedefli manevralar demetidir.

Buna ihtiyaç duyulmuştur, çünkü; Erdoğan iktidarının kitle desteğinde, son dönemlerde kimi araştırma şirketlerinin “saha verileri”ni de dayanak edinen açıklamalarda ileri sürüldüğü üzere, belirli bir düşüş yaşanmaktadır. İzlenen iç ve dış politikaların, özellikle de ekonomi politikaların AKP tabanı dahil gidişatın sorgulanması eğilimini giderek güçlendirdiği “mutlak iktidar gücü ve sahibi olma vehmi” ile hareket edenler açısından da görülür hale gelmiştir.

Toplumda hem tepki birikimi artmaktadır hem de umutsuzluk ve arayış. Baldur işçileriyle bazı belediyelerdeki grev ve direnişler, gençlik ve kadın kitlelerinin protestoları, Kürtlerin ulusal baskı ve sindirme politikalarına karşı öfkesi, belirtiler arasındadır. İşsizlik ve yoksulluk artışı tepki de umutsuzluğu da besliyor. AKP ve Erdoğan yönetimi döneminde 6 bini bulan ve son dönemde giderek daha fazla umutsuzluğa kapılarak intihara sürüklenen insan sayısındaki artış, bunların önemli bir kısmının ekonomik zorluklar gerekçesine dayanmış olması, kadına yönelik cinayetlerin bürokratik oligarşik yönetim politikası ve mekanizmasından alınan güçle katlanarak sürmesi vb. birçok başkaca göstergeden söz edilebilir.  

Yaşam ve çalışma koşulları giderek ağırlaşıyor. Fiyat artışı sürerken ücretler ve maaşlar eriyor. İşten atmalar patronların insafına bırakıldı. İşin “güvenceli olması” ndan söz edilemez.

Bütün bunlara karşı tepkinin doğması kaçınılmazdır. Toplumun karşıt dinamik özneleri hareket halindedirler. Tekelci iktidar gücü bu durumun bilincinde ve tanıklığına sahip olarak en önemli silahlarından biri olan aldatıya daha fazla baş vurmaktadır. Yaşanan bir ilk değildir: Özgürlük ve hak düşmanı politikaların sahipleri ve uygulayıcıları, mevcut durumdan hoşnutsuz yığınların karşısına, onları aldatarak yedeklemeyi sürdürmek üzere yeni hak ve özgürlükler vaadiyle çıkmışlardır. Halk kitlelerinin yalana, entrikaya, içeride ve dışarıda militarist saldırganlığa, durmaksızın süren fiyat artışlarına, zamlara, vergi yüküne, çalışma ve iş koşullarının ağırlaştırılmasına, siyasal sürek avına, söz-basın-yayın, grev, toplantı, gösteri ve örgütlenme (sendikal ve siyasal) hakkına yönelik yasak ve baskıya son verilmesine ihtiyacı olduğu doğrudur. İşçi ve emekçilerin ileri kesimleri bu yönde mücadele etmektedirler. “İnsan hakları eylem planı” ilan eden Erdoğan iktidarı ise bu ve benzeri taleplerle mücadeleye atılanları ihanetle suçlayıp polis, kontra güçleriyle ve keyfiyete bağlanmış yargı mekanizmasını kullanarak boyun eğdirmeye çalışmaktadır. Gerçeğin tümü değilse de çarpıcı bir parçasıdır bu. Ve reklamın gürültüsüne boğulmayacak kadar da frekansa sahiptir artık. Başlıkta söylendiği gibi, iktidar mahlası, gerçeği yalana boğduramayacak denli çırılçıplaktır!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa