Emekçi kadınlar

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günüdür. Tarihsel oluşumu itibariyle bu günün adının bu şekilde, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılmasına hiç bir itirazım yok ve bu günün anısına fevkalade saygı da duyuyorum. Ancak ben kadınların özellikle geri ülkelerde ve bu arada ülkemizde olmak üzere, hemen tüm yerkürede adeta kadın olduklarından dolayı erkek hâkimiyetine, hatta genel atmosfer olarak eril anlayışa karşı başkaldırdıkları için kutluyorum ve bu kalkışa yılda bir güne olan saygımdan daha derin bir saygı duyuyorum.

Eril doku kapitalizmin ürünü ise, bu dokuyu, bu yıl yüz ellinci doğum gününü kutladığımız büyük Kızıl kahraman Roza Lüksemburg’un şu veciz çıkışıyla reddediyorum: “Kapitalizmin istismarına karşı çıkıp, baskılayacağımıza, sistemi baskılamalıyız.” Kapitalizmin genel hâkim ve baskılayıcı dokusunun mülkiyet ilişkisi ve sahipliğinden geliyor olması ve günümüzde genellikle mülkiyetin yüzde 90 üzerindeki bölümünün erkeklerde bulunması, kadın erkek ilişkisini ne burjuva sahte kibarlığı, ne de günü birlik sevgi ve aşk duyguları kapatamaz. Mülkiyet ilişkisinin bizatihi maliki başta olmak üzere, sevgili de dâhil hemen her şeyi metalaştırması kutsal dokuların üzerinin sahtecilikle kapatılmasından başka işlev görmez. İşin ilginç yanı, sermayenin metalaştırdığı sevgi ilişkisine muhatap olanlar da sermayenin sihrine kapılarak, sahte mülkiyet ilişkisinin gölgesinde mahkûmiyete rıza duygusuna bürünebilmektedir.

Günümüzün pandemi koşullarında “evde hayat var” sloganının kimi abat kimi zelil ettiği ortaya saçılan aşırı sömürüde, hatta şiddette net olarak yansımaktadır. Olağan dönemlerde profesyonel iş ile ev işi arasında parçalanan kadın, pandemi koşulunda evde aşırı profesyonel yük ve ev işi ile eskisinden daha da ağır yük altına girmiş bulunmaktadır. Bu arada az sayıda sosyolojik çalışmalar da evde vakit geçiren erkeklerin de can sıkıntısını, şiddet de dâhil olarak, başka yollardan eşi üzerinden çıkarmaya çalışmaya yönelmekte olduğunu göstermektedir. Bu acı tabloları ileri dönemlerde yapılacak olan günümüz deneyimlerine ait sosyal çalışmalardan daha da detaylı öğreniyor olacağız.

Her daim kadına yönelik şiddetin ana nüvesinin anne olarak erkek çocuklarını terbiye sistemi ile bizzat kadınlardan kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Bu konu beni aştığı halde, genel analiz yöntemi ile meseleye şöyle bir yaklaşım yapılmasının hatalı olmayacağımı düşünüyorum. Hiçbir olay sonuç olgusu ile değil, süreçle değerlendirilmesi gerektiği kanatlıyla, kadınların gerek kayınvalide olduğu dönemlerindeki gerek erkek çocukları eğitimdeki rolleriyle, son tahlilde kadınlar üzerindeki eril dokunun farklı dönemlerdeki yansımalarından başka bir şey değildir. Açık ve örtülü şekilde eril baskı altına alınan kadınlar kendilerini en güçlü hissettikleri durumda görece güç gösterisine yönelirler, destek alabilecekleri koşulda da maharetlerini sergilerler. Görülüyor ki, böylesi eril doku baskısı sonucu olan istisnai durumlarda da kadınların suçlanması, özellikle de bu suçun bizzat kadınlar tarafından yapılması affedilir bir gaf değildir, tam bir cehalet manzarasıdır.

Muhafazakâr kesimin kadınların anamız ya da bacımız olduğu şeklindeki ifadelerinin, daha da ileri giderek cennetin annelerin ayakları altında olduğu gibi yaklaşımlarının tarihsel kökeninden uzaklaştırılarak günümüze taşınması cehalet ya da sahteciliğin dik alasıdır. Bu ifadelerin bazıları gerçek olanın anlatımdır, yani totolojidir, bazıları ise abartılı şekilde, eril dokunun en derin hissedilişin korkunç baskılanmasıdır. Bilinenin tekrarı bir şey anlatmadığı halde, böylesi basit gerçekliğin çözümlenmesi ve yorumlanması gereken ikinci söylemle birlikte kullanılması cehaletin fark edemediği psikolojisinin suçu gizleme patolojisinden kaynaklanmaktadır. Medeni insanın böylesi yapmacık ve perdeleyici ifadelere girmesine hiç gerek kalmadan, durumu kabul edip, eşitliği tüm insancıl yönleriyle kabul edip, iş, arkadaşlık ya da eş ev aşk ilişkilerinde tüm taraflar karşıya olduğu kadar, kendisine de saygıyla hareket etmek ve tüm davranışını böyle ayarlamak durumunda olmalıdır.

Saygı, salt karşıya karşı duyulan bir his, algı ve onların tetiklediği bir davranış kodu değildir. İş, eş, aşk ve arkadaşlık alanlarının her alanında ve her kademesinde karşıya verilebilecek en güçlü ve samimi ifade sadece ve sadece bireyin kendisine beslediği saygı ile olanaklıdır. Özsaygı olmadan karşıya gösterilen saygı bir süre sonra yaldızları dökülecek göstermelik ve sahte olmanın ötesine geçemez. Kendisine saygı duymayan kişinin ne iş ilişkisinde, ne aile ilişkisinde ne de arkadaşlık ve aşk ilişkinde samimiyetine ve güvenilirliğine itibar edilir.

Emekçi Kadınlar Gününde de erkeklerin önce kendilerine saygı duymaları ve eril canavarlığı gözden geçirmeleri gerekir.   

Evrensel'i Takip Et