İntiharlar, kadını öldürmeler ve iktidarın politikaları
Fotoğraf: MA
Gazeteler, 2002-2019 arası 5 bin 840 kişinin intihar ettiğini yazdı. Artış var, 2019 sonrası 14 aylık dönemde olanları eklemek gerekiyor. Rakamlar intiharların bıraktığı artçı etkileri kapsamıyor. Depremler sonrası ilk günlerdeki ilgi denli toplumsal ilgiden de söz edilemez. Kadına yönelik öldürmeler ise denebilir ki daha aktüel tanıklığa sahiptir. Televizyon kanallarında haber konusu olabiliyor ya da bazı gazete yazarları, öldürücü canilerin eril güdülerinden, canice planlarından, vahşi yöntemlerinden bahsederek en ağır cezalarla cezalandırılmalarını istiyorlar.
Yalnızca son bir yıl içinde bu tür vahşi cinayet yöntemleriyle katledilen kadın sayısını iktidar kabinesi görevlilerinden biri 269, kadın örgütlerinin temsilcileri 326 olarak açıkladı. Rakamlar eril şiddet ve cinayetleri içinde devletçe öldürülenler ile “iş kazası” denen ve fakat gerçekte kapitalistlerin daha fazla kâr için uyguladıkları yöntemlerle bağlı cinayetleri içermiyor. Sayısal olarak demek ki gerçekte daha fazla öldürüm bulunuyor.
İntiharların nedenleri arasında “çocuğuna pantolon alamamak”, “uzun süre iş arayıp bulamamak”, “eve ekmek götürememek” gerekçeli olanlar en yoğun olanları. “İş kazaları” olarak gösterilenlerin çoğu “prese sıkışmak”, “elektrik akımına kapılmak”, “iskeleden düşmek” vb. gibi, alınması gereken önlemlerin alınmaması nedenli ve ancak patronlar tarafından “işçinin dikkatsizliği ve cahilliği” ile gerekçelendirilmeye çalışılanlar türünden. Devlet güçlerinin şiddeti sonucu öldürülenler bir yana bırakıldığında, katledilen kadınların büyük çoğunluğu ya “şiddetli geçimsizlik yaşadıkları eşleri”, ya adına “sevgili” denen ve kadın kanıyla beslenmeyi kısa gün kârı sayan insan görünümlü mahluklar tarafından öldürülüyor. Bunlara daha az sayıda olmak üzere baba ve kardeş katiller ekleniyor.
Gelgelelim ortada bir de şöyle bir durum var: Öldürülen ya da nadiren yaralı kurtulan kadınların çok önemli bir kısmı, saldırıya uğramadan önce polise ve kimi durumlarda da mahkemeye baş vuruyor; öldürülmekten korktuklarını söyleyerek adları-adresleriyle bildirdikleri kişilerin önlenmesini istiyorlar. Çok ama çok sayıdaki örnekleriyle basında yer aldığı üzere bu başvuruların büyük çoğunluğu, koruyucu hiçbir anlamı kalmadığı artık iyice açıklık kazanan “uzaklaştırma” kararlarıyla yanıtlanıyor. Şiddetli geçimsizlik yaşadığını ve ayrılmak istediklerini söyleyen kadınların bir kısmı ise “Türk aile geleneğinin önemi” üzerine nasihatlarla ikna edilmeye çalışılarak ya da ‘ikna edilerek’ geri gönderiliyor. Bu gibi durumların küçümsenemez bir kısmı da devam eden saldırıların yol açtığı ölümlerle sonuçlanıyor.
Kadına yönelik şiddet ve kadınların erkekler tarafından katledilmelerinin örnekleri kuşkusuz sadece bizim ülkemizde yaşanmıyor. Kapitalist dünyanın başgardiyanı ABD dahil olmak üzere, hatta orada başkaca kapitalist ülkelerden daha çok sayıda olarak saldırı, şiddet ve cinayet gerçekleşiyor. İş cinayetleri de öyle; onların da daha fazla kâr sağlamaya dayanan kapitalist üretim sisteminin ürünü olarak şu ya da bu sayıda tüm kapitalist ülkelerde gerçekleştiği bilinen bir durumdur. Tekelci sermayenin çıkarlarına bağlanan ve kapitalist sömürü sistemini ayakta tutarak sürdürmeyi başlıca görevi olarak alan burjuva devlet yönetimlerinin, kendilerine ve ürünü ve savunucusu oldukları kapitalizme karşı mücadeleye yönelen herkesi, çocuk-yaşlı, kadın-erkek farketmez şekilde şiddet aracıyla yıldırmaya yöneldiklerinin görüntüleri neredeyse her gün televizyon ekranlarından evlere yansıyor.
Birkaç gün önce, ABD’de, on civarında polis, kendilerine direndiği ididasıyla bir kadını, J. Floyd’a uygulanan yöntemle öldürmeye çalışırken fotoğraflandı. Benzer görüntüler Fransa, Almanya gibi “demokratik Batı toplumları”nda da gazete ve ekranlara ‘düşüyor.’ Saçlarından sürükleyerek, ‘karga-tulumba’ der dest ederek, arada ‘punduna getirip’ cinsel tacizde bulunarak gaz, jop, tekme tokat, olmadı kurşunlayarak muhalif olma gücü gösteren kadınları susturma pratikleri, “huzur ve güven sağlama” yöntemleri arasındadır.
Ne ki birçok başka kapitalist ülkeyi geride bırakarak dünya şampiyonluğu yarışında ilk sıralara yerleşen Türkiye’de ise bu “temizlik”, cinsiyetçi eril yönetim desteklidir! Bu yönetimin kadın unsurları da egemen güç ve görüşünün bakış açısıyla kadını, erkeğe ikincil ve tabi bir cins olarak görmekte; hak arayışıyla direnen kadını “huzur bozan şuçlu” saymaktadırlar. Bu tutum, parlamentodaki muhalif kadın milletvekillerine karşı davranış ve söylemden sokakta hak arayan, işyerinde greve kalkışan, okulda polis ve “özel güvenlik” şiddetini reddeden işçi, emekçi ve gence yönelik saldırgan politikalarda çıplak haliyle görünür hale gelir.
Toplumu “devlete ait” gören gerici, şoven ve eril anlayışın, yönetim başarısını sermaye kuvvetlerinin konsolidasyonu ve “rıza satınalıcılığı”nın yanısıra cehaletin gücüne dayandırmayı maharet sayması; ataerkil, burjuva ve şovenist anlayışları bunun için kullanması, kadına yönelik şiddet ve cinayetleri cesaretlendirici işlev görüyor. Son iki on yılda katledilen kadın sayısının önceki çok sayıda on yılların toplamından daha fazla olmasının önemli bir etkenidir bu. Oysa kapitalist gelişmenin feodal gelenekçi-töreci anlayışları darbelediği, bu tür cinayetlerin çokca işlendiği Kürt toplumundaki ulusal uyanış ve hareketin kadın mücadelesiyle birlikte bu yöndeki saldırılara önemli oranda ket vurduğu bir dönemdir, yaşanan dönem.
***
Kadınlar sadece erkek şiddetine hedef olmuyor; dirensinler direnmesinler burjuva devletlerinin şiddet ve savaş politikalarından zarar görmekle kalmıyor, erkek cinsinin de ‘birer kurbanı olduğu’ şiddetin, işsizliğin, yoksulluğun vurduğu bir kitleyi oluşturuyorlar. Kadına yönelik burjuva politikalarının körüklediği, kapitalizm ve öncesi toplumsal koşullardan gelen düşünüş ve anlayışlarca beslenen saldırı ve cinayetlerin yoğunlaşması, tüm bu sorunları daha da ağırlaştırmış durumda. Bundandır ki, failleri arasında kurumsallaşmış burjuva aygıtının, toplumu güdülediği egemen anlayış ve baskı güçleriyle başta geldiği eril şiddetine ve her türden eşitsizlik ve baskıyı üreten kapitalist sömürü sistemine karşı mücadelede belirli bir deneyime sahip olan kadınların her ulus ve ulusal topluluklardan işçi-emekçi kadın kitlelerini bu mücadeleye dahil etme uğraşları artan bir önem kazanmıştır. Kadın ve gençlik kesimlerinin mücadelesinin kitlesel boyutlarda gelişmesi, birbirinden kopuk olmakla birlikte çok sayıdaki işyerlerinde süren işçi direnişlerinin birbirinden güç alarak birleşikliğe yönelmesi açısından da işlevli olacaktır. Kadına yönelik şiddetin, yoksulluk ve işsizlik kaynaklı bunalımların yol açtığı intiharların, iş cinayetlerinin son bulması için tüm emekçilerin, ilerici aydınların, halktan yana sendikacıların kitlesel mücadeleyi yükseltmelerine ihtiyaç vardır. İntiharları “kişisel bunalım”a sayarak sorumluluktan sıyrılan, kadın ve erkeğe kaç çocuk sahibi olacaklarını dahi dikte eden, SOMA’da olduğu üzere toplu işçi katliamları dahil iş cinayetlerini “kaza”ya getirerek geçiştiren politikalar reddedilmelidir.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40