06 Mart 2021 23:50

‘Sanık’ Garo’nun ‘gizli sanık’ kaygısı!

Garo Paylan | Fotoğraf: MA

Paylaş

Bir Youtube kanalının Bursa'da gerçekleştirdiği sokak röportajında, mikrofon tutulan yurttaşın iktidarı eleştirmesi üzerine, polis olduğu söylenen biri müdahale etmişti. "Yorum yapıyorsun, sanki röportaj yapmıyor gibisin..." demişti muhabire. Paylaşılan video epeyce konuşulmuştu. Müdahale eden ‘görevli’nin kişisel işgüzarlığının ötesinde boyutları vardı. İktidarın dayattığı standartların hayatın her alanına nasıl sirayet ettiğini gösteren bir örnekti. Öyle kitlesel bir muhalif gösteri, etkinlik falan olması da gerekmiyordu; icabında sokakta ne sorulacağına, sorulanların nasıl yanıtlanacağına, ne konuşulacağına dair her an müdahale edelebilme cüretine ya da motivasyonuna sahip ‘görevlilerin’ rejiminde yaşıyorduk. Herkes bunu bilmeli, buna göre ayar vermeliydi kendisine. Günlük yaşamda içselleştirilmeye çalışılan ‘insan hakkı’ standartı da bu kıvamdaydı işte: “Susacaksın, susmuyorsan da benim gibi konuşacaksın!”

***

Denilebilir ki bu anlatılan şey bir ay öncesinde yaşanmıştı, ‘eskide’ kaldı artık. Birkaç gündür yeni bir Türkiye’de yaşıyoruz; insan hakları için ‘eyleme’ geçen bir iktidar var şimdi! Bırakın Evrensel okurlarını, AKP’ye oy veren milyonlarca insan açısından bile üzerinden henüz bir hafta bile geçmemişken, bayatlamış bir konu bu. İnsan hakları metinlerinden kopyalanıp montajlanmış ‘plan’lara göre değil, iktidarın ihtiyaç ve zorunluluklarına göre işleyen bir rejim var ve ‘insan hakları’ da bu rejimin karakterine göre şekillendiriliyor. İnsanın ihtiyaçları değil, iktidarın ihtiyaçlarıdır aslolan.

Bakın işte; Adana Kadın Platformu 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kapsamında miting yapmak istiyor. Emniyet’e çağrılan platform temsilcileri uyarılıyor: Boğaziçi direnişi ve LGBTİ+'lara dair afiş, döviz, flama ve bayrak taşınmayacak! Gerekçe ne? “LGBTİ ‘toplumun genel ahlak anlayışına aykırı’, Boğaziçi Üniversitesi ise ‘konu ile alakalı değil.’”

Bu, Boğaziçi meselesine ‘8 Mart’la alakalı değil’ diye kayıt ve koşul koyma hevesinin, Bursa’daki muhabire ‘soru sormuyorsun yorum yapıyorsun’ diye müdahale eden ‘görevli’yle birlikte aynı kaynaktan beslendiği açık değil mi?   

Muhalefet etmeyi ‘milli güvenlik sorunu’ olarak gören ve giderek olanaksız hale getirme ihtiyacı olan bir iktidarın, insan hakları babında, söyleyecekleri değil de yapacaklarıdır aslolan. Yapacakları ise yaptıklarından bellidir zaten; asla bir ‘tercih’ konusu olmayıp ‘zorunluluk’ olarak yaptıklarından... Nitekim tam da ‘insan hakları’na dair vaatlerin açıklandığı gün HDP’nin kapatılma davasında atılan adım ve elbette meclisteki dokunulmazlık fezlekeleri, iktidarın ‘eylem planı’ için çok daha ikna edici verilerdi. Bunun sadece ‘terörle iltisaklı’ diye gösterilen bir partiyle sınırlı olduğunu zanneden saftrikler var mıdır hâlâ? Bilemeyiz tabi ama HDP’nin kapatılmasının ya da bir şekilde siyaset alanından dışlanmasının, muhalefetsiz/demokrasisiz bir iktidar hedefiyle ilişkisi olduğu açıktır.

HDP şahsında Kürt siyaseti, tepki gösterilmesi başa ‘bela’ açacağı için, bu hedefe ulaşma konusunda vurulması en uygun ‘zayıf karın’dır. Ama HDP’nin kapatılması sadece HDP’yle ilişkili bir mesele değildir. İktidar/muhalefet ilişkisi bağlamında, muhalefetin geleceğine teşmil edilebilecek bir demokrasisizlik cenderesinin önemli aşamalarından birinden geçilmektedir. Göreceğiz...

***

Hal böyleyken, olup biteni anlamlandırma konusunda, muhtemelen iktidarın başını bile şaşırtacak derecede açmaz, çelişki ve kifayetsizlikler yaşanabiliyor.

‘Tek adam iktidarı’ deniyor ama ‘tek adam’ olup bitenden muaf tutuluyor mesela. Bu ‘muafiyet’ işinde en yaygın argüman da ‘vesayet’ oluyor. Çokça örneği var. MHP’nin ve (her kimlerse?) ‘vesayet odaklarının’ oyununa geliyor! İşi gücü Erdoğan’ı kandırıp oyuna getirmek olan ‘vesayet odakları’!..

Yardımcısı evinin önünde öldüresiye dayak yiyen Davutoğlu, saldırıyı, “Erdoğan vesayet altında, bir süre sonra tasfiye edilip yerine otoriter bir rejim kurulacak” biçiminde değerlendiriyor. Dikkat buyrun; ‘Otoriter rejim’i Erdoğan kurmuyor yani, o ‘tasfiye edilince’ kurulacak diyor. Başbakanken kendisini bir anda kapının önüne koyan da Erdoğan değil de ‘vesayet’ miydi yoksa?! Öyle diyordur herhalde, ‘vesayet odakları’ böyle istemiştir!

Sadece Davutoğlu mu, Erdoğan’ın MHP’ye bağımlı hale geldiğini, iktidarı MHP’nin ya da adı zikredilmeyen vesayet odaklarının yönettiğini düşünen o kadar çok muhalif var ki. Dünyanın en şanslı ‘tek adam’ı olsa gerek. Canına minnet; tam da kendisine atfettiği gibi, herşey için yetkili ama sorumluluğa gelince, ‘vesayet’... Potansiyel mağduriyeti hep baki!

***

En son örneğini de HDP’ye yönelik fezlekelerin yorumlanmasında gördük. Önce  HDP Eşbaşkanı Pervin Buldan dillendirdi, sonra da ‘Sevgili Demirtaş’ dediği için bile hakkında fezleke hazırlanmış Diyarbakır milletvekili Garo Paylan sürdürdü: HDP’lilerin çözüm sürecindeki rollerinin bugün fezlekelere konu edilmesi ‘gizli sanık’ yaratma planıymış. HDP’lilerin şahsında, çözüm sürecinin başındaki Erdoğan da sanık sandalyesine oturtuluyormuş!

Nasıl da naif bir yaklaşım değil mi? İyi niyetli siyaset böyle olur işte; olup bitenden habersiz Erdoğan’ı da uyarmak, ‘oyuna gelme’ demek gerek. Kaygıya bak! Gerçekten saflıktan mıdır, yoksa ‘böyle ikna edebilir miyiz acaba’ türünden bir nafile beklenti midir, ne diyeceğini şaşırıyor insan. 20 yıla yakındır hep iktidarda kalmış, hükümetler yönetmiş, nice badireler atlatmış, nihayet devletin erklerini kendi şahsında birleştirmiş bir ‘tek adam’ profiline verilmeye çalışılan ‘ilmi siyaset’ dersine bakar mısınız? Bu uyarıların ‘şahsım’ nezdinde nasıl değerlendirildiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Aşina olduğumuz o müstehzi tebessümle dışa vuran memnuniyet. Muaf tutulmanın memnuniyeti elbette.

Sevgili Garo Paylan’ın “yaratılmaya çalışılıyor” dediği ‘gizli sanık’ için kaygılanmasına gerek yok. O kendilerine açılacak davanın hem birinci dereceden tanığı, hem savcısı ve hem de yargıcıdır. Çözüm sürecindeki roller mi? Onlar ‘devlet işi’dir. Ne demişti Demirel: Devlette süreklilik esastır! Bir konjonktürel denemeydi, tutmadı, vazgeçildi. Sevabı güle oynaya üstlenilirdi. Ama başarısız bir süreçten kalan ‘günahları’ sırtına vuracak birileri hep vardır.

Boşuna dememişler; ‘Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete’ diye...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa