Hangi çağrışımlarla bilmem, eşim sabah kahvaltısında eski bir şarkıyı dinleyerek ve dinleterek güne başladı; güftesi Fakih Özlen’e, bestesi Muzaffer İlkar’a ait şarkının bana en tanıdık sözleri kulaklarımda yankılandı: “Aşk gibi, sevda gibi HUYSUZ ve TATLI kadın…” Altmış yıl öncesini, karısının “dırdırından” şikâyetçi olup da ev içinde kurulmuş düzeninin rahatı pahasına eşinden ayrılma cesareti gösteremeyen kocaların bu zavallı hallerini “HUYSUZ ve TATLI kadın” güfte-bestesinde şirinleştirdiklerini sandıkları gençlik günlerimi bıyık altından gülümseyerek anımsadım.
Aradan altmış yıl geçmiş, bilmem kaçıncı 8 Mart’a iki-üç gün kalmış, heyecanlanıyorum, erkek halimle “HUYSUZ ve TATLI kadından” erkek değerlerine kafa tutup huysuz ve tatlı kadın şirinlemesinin ardındaki toplumsal yapıya başkaldıran kadınların mücadelesine ilişkin bir şeyler yazmak istiyorum.
xxx
Sapiens insan kendi toplumsallığını bizzat kurgulayabilme yetisi kazandı, toplumsallığının temeline sonsuza kadar baki kalırlar umuduyla toplumsal kategori olarak ürettiği “kadın” ve “erkek” birlikteliğini yerleştirdi. Kadın ve erkek parçacıkları yan yana geldiğinde oluşan bütünde oturmamış hiçbir kıvrımın kalmadığına inandı, inandırdı. “Bir elmanın iki yarısı” söylemiyle türün toplumsallığındaki belki de en güçlü toplumsal belirlemeyi beyinlere kazıdı. Kadın ve erkek birlikteliği türün canlılığının sembolüydü, tür kendini böylece her daim yeniden üretebiliyor, ister genetik ister kültürel olsun içselleştirdiği değerlerin tüm zenginliğini sonraki kuşaklara aktarabiliyordu.
Sapiens insan tek başına rengarenk salınırken tahayyül ettiği kadının yumurtasına giz, ihtişam, cazibe, kışkırtıcılık atfetti; kadının tek başına salınan yumurtasına erkeğin yüz milyonlarla yönelen spermlerinden sadece birinin hedefe ulaşıp içine girebilmesini gücün zaferi ilan etti. Rengarenk salınaduran cazibenin benliğini fetheden muzaffer gücün kadın rahmindeki birleşme sürecini sanata aktardı, müziğini yarattı, estetiğini ölümsüzleştirdi. Kadının rahminde oluşup kadının rahminde gelişme ve kadının rahminden kadından “farklı bir birey” olarak ayrılma süreci, yani insanın yeniden üremesinde biyolojik olasılıklardan “bundan başka türlüsü olamaz” diye düşünülen ve kaçınılmaz kabul edilen olgu tarihsel süreçte kültürel alana damgasını vurdu, türümüzün toplumsallaşma ya da toplumsallaştırılma serüveninin belki de en belirleyici fikriyatına ilham kaynağı oldu.
Cinsellik, özneleri kadın ve erkek olarak tanımlanan toplumsal parçacıkların bütünleşme sürecine sıkıştırıldı ve üreme ekseninde toplumsallaştırıldı. Erkek olanımız insan türünün devamını sağlayan esas üreme hücresine sahip muktedir taraf olduğu iddiasıyla kadın-erkek ilişkisinde iktidarı hak ettiğine inandı; kadın olanımız insan türünün devamını sağlayan bereketiyle yardımcı üreme hücresine sahip edilgen taraf sıfatıyla kutsal anne kurgusunun büyüsüne kapıldı. Yeniden üreme ekseninde irdelenen cinsellik üzerine akrabalık sistemleri kuruldu, miras ve mülkiyet ilişkileri kurgulandı, eğitim-kültür-siyaset alanları inşa edildi. Toplumsal ilişkiler ağında kadın olanımıza yeni birey oluşurken “kutsallık”, yeni bireyin gelişim sürecinde “analık” işlevi yüklendi ve bu işlev “ev içi düzenin kurucusu” rolüyle allanıp pullandı; toplumsal ilişkiler ağında erkek olanımıza “ev içi düzeni kuran kadının ve yeni üremiş bireylerin –çocukların- geçimini, geleceğini, esenliğini, güvenliğini ev dışı faaliyetlerle sağlama” işlevi yüklendi. “Ev içi düzen kuran roller” ile “ev dışı faaliyetle esenliği, güvenliği sağlayan roller” arasındaki ilişkilerin toplumsal yaşamda ürettiği çelişkiler söz konusu olduğunda “ev dışı faaliyet” başrolündeki karaktere “ev içi düzen kurucu” rolündeki karaktere rolünü gereği gibi oynamadığı, bu rolü sorguladığı, rolünü benimsememeye başladığı, rol değişimi istediği, rolünü inkar ettiği, rolünden saptığı, rolüne başkaldırdığı durumlarda rolüne dönmesini sağlayacak türlü çeşitli meşru vasıtalar, bu arada güç kullanma, gücü şiddete dönüştürebilme olanakları tanındı.
Özetle, on binlerce yıl önce kurgulanan “cinselliği yeniden üreme ekseninde toplumsallaştırma” süreci tarihsel akışında türün bireylerini kendi cinselliklerine yabancılaştırdı, kültürel yapıda erkeğin kadına kadın olduğu için şiddet kullanmasını meşru gören anlayışına maddi zemin oluşturdu.
xxx
Kadın olanlarımız ve onları haklı görenlerimiz tarihin her döneminde “kadını kadın olduğu için” ezen, sömüren, şiddete maruz bırakan, kadının kaderini belirleyen toplumsallaşma kurgusuna ve bu kurgunun ürettiği işbölümüne karşı mücadele etti.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü bu mücadeleleri andığımız günlerden sadece biri. 8Mart 1857 tarihinde ABD’de New York kentinde on binlerce dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle grev başlatmıştı. Polis grevcilere saldırdı, işçileri fabrikaya kilitledi. Çıkan yangında çoğu kadın 129 işçi öldü. Cenaze törenine yüz bin kişi katıldı.
Clara Zetkin’in II. Enternasyonal’e bağlı kadınlar toplantısında 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanması önerisi oybirliğiyle kabul edildi.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü 1921 yılında Türkiye’de de 1921 mücadele günü olarak kutlanmaya başladı. Askeri darbe yıllarında ve sonrasında yasaklanması nedeniyle kaçıncısı olacağını bilemediğim 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde bu yıl da kadınlar sokakları mücadele azimleriyle dolduracaklar.
xxx
Kadının kadın olduğu için maruz kaldığı şiddetin kültürel/toplumsal boyutunu temellendiren biyolojik zemin günümüzde erkeğin ayağının altından kaymaya başladı. Biyoloji, genetik, tıp ve nanoteknojilerdeki olağanüstü gelişmeler üreme için kadın rahmini vazgeçilmez olmaktan çıkartıyor. Döllenmenin de döllenme sonrası gelişmenin de kadın rahmi dışında, laboratuvar ortamında gerçekleşebildiği bir sürece ilerliyoruz. Erkeğe üreme açısından erkek olması nedeniyle, yani “esas üreme hücresine sahip bulunması” nedeniyle ihtiyaç kalmıyor. Erkek iktidarının biyolojik zemini sarsılıyor. Geleceğin toplumsallık kurgusunda cinselliğin üreme ekseninde toplumsallaştırılması artık yer almayacak. Cinsellik özgürleşiyor! Cinsellik özgürleştikçe kadın şu an özdeşleştiği rolünden özgürleşiyor! Cinselliğin ve kadının özgürleşmesi erkeğin iktidarını yok ediyor ve sanki erkek de özgürleşiyor!
Ve ben erkek değerlerine kafa tutan, güne “kadın varlığım erkek varlığına armağan olsun!” andını içerek başlamayı reddeden kadınların 8 Mart mücadelesini yürekten kutluyorum.
Evrensel'i Takip Et