Doğu Akdeniz’e düşen, darbeciye sarılır!

Fotoğraf: İsa Terli/AA

Son günlerde Erdoğan iktidarı cephesinden Mısır yönetimine gönderilen sıcak mesajlar dikkat çekiyor. Önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve ardından Milli Savunma Bakanı Akar, “Mısırla ortak değerlere ve çıkarlara” vurgu yapan ve yeni anlaşmalara kapı aralayan açıklamalar yaptılar. Bu açıklamaları gündeme getiren gelişme ise, Mısır’ın geçtiğimiz günlerde Doğu Akdeniz’de hidrokarbon faaliyetleri için çıktığı ihalede ilan ettiği alanları 28. meridyenin doğusunda sınırlandırmasıydı. Mısır, bu tutumuyla Türkiye’nin 2019’da Birleşmiş Milletlere (BM) bildirdiği Türk kıta sahanlığını ihlal etmediğini göstermiş oldu. Mısır, Ağustos 2020’de Yunanistan ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması yaparken de Yunanistan’ın sınırın Türkiye ile anlaşmazlık konusu olan Meis Adası’ndan başlatılması talebine karşı çıkmıştı. Bu gelişmenin ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Mısır ile istihbari düzeyde görüşmeler yapıldığına dair açıklama gelmişti.

Bilindiği gibi Mısır’da Genelkurmay Başkanı Abdulfettah-es Sisi, 2013’te gerçekleştirdiği askeri darbeyle Erdoğan iktidarıyla siyasal akrabalığı olan İhvancı (Müslüman Kardeşler) Mursi yönetimini devirmişti. Bu darbe, bölgedeki en önemli müttefiklerinden birini kaybeden Erdoğan iktidarının Sisi yönetimiyle siyasi ilişkilerini kesmesine neden olmuştu. Erdoğan bu dönem boyunca İhvan’ın sembolü olan ‘Rabia’ işaretini iç politikada kendi sembolü olarak kullanmakla kalmamış, Mısır ile siyasi ilişkilerin kurulmasını savunan muhalefeti de “darbeci destekçisi” olmakla suçlamıştı.

Peki, ne oldu da dün muhalefeti darbeci Sisi’yi desteklemekle suçlayan Erdoğan, bugün Sisi yönetimi ile yeni bir anlaşma zemini yaratmaya çalışıyor?

Öncelikle Mısır için söyleyelim. 2003’te Güney Kıbrıs Yönetimi ile MEB anlaşması imzalayan Mısır, 2019’da da İsrail, İtalya, Güney Kıbrıs, Ürdün, Yunanistan ve Filistin Yönetimi ile birlikte Doğu Akdeniz Gaz Forumunu oluşturmuştu. Ardından da 2020’de Yunanistan ile MEB anlaşması imzalamıştı. Sisi yönetiminin Yunanistan ile yaptığı MEB anlaşmasında ya da en son çıktığı Doğu Akdeniz’de hidrokarbon faaliyet ihalesinde Türkiye’nin hassasiyetlerini gözetmesi, kendi çıkarlarını savunurken Türkiye gibi bölgenin önemli aktörlerinden biriyle karşı karşıya gelmek istememesiyle açıklanabilir. Burada Sisi yönetiminin elini rahatlatan bir başka gelişme olarak, Erdoğan iktidarı ile karşı karşıya geldiği Libya’da BM gözetiminde yürütülen siyasi geçiş sürecinin Türkiye’nin etkisini ve hareket alanını ciddi biçimde sınırlandırmış olmasını da not etmek gerekiyor.

Özetle Mısır yönetimi, ne Güney Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail ile yaptığı anlaşmalardan ve ne de Libya üzerindeki siyasi hesaplarından vazgeçti. Dolayısıyla böylesi bir tabloda Türkiye ile ‘yumuşama’ kendi elini güçlendirecek bir hamle olarak anlam kazanıyor.

Oysa Erdoğan iktidarı Mısır ile olası bir anlaşmayı, Doğu Akdeniz’de içine düştüğü çıkmazdan kurtuluş için bir umut olarak görüyor. Çünkü ABD ve başta Fransa olmak üzere AB, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının arama ve çıkarma faaliyetlerinde -elbette kendi çıkarları için- Türkiye’nin karşısında Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ı destekliyorlar. Geçtiğimiz günlerde ‘Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ni açıklayan Biden yönetimi, beklendiği gibi Çin ve Rusya’yı öncelemeye dayalı bir politik tutum ortaya koydu. Biden, bugüne kadar Erdoğan’ı aramayarak kendisine ABD stratejisine bağlanma dışında bir seçenek bırakmayacağını ortaya koyarken Yunanistan ile askeri ve siyasi ilişkileri geliştirmeye yönelik yeni adımlar atıyor. ABD, Rusya’yı durdurma hedefiyle bağlantılı olarak Ege ve Doğu Akdeniz’in denetimi bakımından stratejik bir önem taşıyan Yunanistan’ın Dedeağaç (Alaksandroupoili) Limanında, Türkiye sınırına 40 kilometre mesafede yeni bir askeri üs inşa ediyor.

Sonuç olarak; Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları, Erdoğan iktidarının ve sözcülüğünü yaptığı tekelci burjuva gericiliğin iştahını ne kadar kabartmış olsa da bu kaynaklar ve geçiş yolları üzerinde hak sahibi olmaya yönelik hamleleri önemli oranda sınırlanmış görünüyor. Çünkü ABD ve AB emperyalistleri kendi stratejilerine bağlanmayan girişimlere izin vermeyeceklerini açıkça ortaya koyuyorlar. Bu nedenle gelinen yerde Erdoğan’ın yıllarca “düşman” ilan edip siyasi ilişki geliştirmeyi reddettiği Sisi’ye sarılması en çok da ‘Denize düşen yılana sarılır’ atasözünü hatırlatıyor. Bu hamleyi daha önce AB’nin baskısı karşısında Oruç Reis sismik arama gemisinin Antalya Limanına çekilmesi örneğinde olduğu gibi batılı emperyalistlerle uzlaşmaya yönelik yeni hamlelerin izlemesi de şaşırtıcı olmayacaktır.

İçine düştükleri durum, tekelci burjuvazi ve siyasi sözcüsünün “milli çıkar” olarak yutturmaya çalıştıkları yayılmacı emellerinin antiemperyalizmle ve sözde darbe/darbeci karşıtlığının da demokrasiyle ilgisi olmadığını bir kez daha bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.

Evrensel'i Takip Et