09 Mart 2021 23:24

Seçimle gelenlerin "demokrasi sevgisi"

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Participations dergisinin son sayısı (2020/1, no. 26-27) Seçilmişler Demokrasiyi Seviyorlar mı? başlığı ve dolayısıyla dosya konusu ile geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Adı geçen bilimsel derginin bu sayısının temel sorunsalı, her ne kadar homojen bir toplumsal grup olmasalar da, seçimle gelenlerin demokrasiyle, yurttaş katılımı ve bu katılımı yaşama geçirmenin araçlarıyla olan ilişkileri. Bu sorunsal çerçevesinde dosyada yer alan makalelerde şu önemli sorular da soruluyor: Seçilmişler, siyaset sahnesinde kendilerinin oynadıkları rolü, statülerini ve hareket marjlarını nasıl algılarlar? Peki ya yurttaş onlara göre hangi rolü oynar ve nasıl bir statüye sahiptir? Demokrasiyi yerleştirmek için yapılan kurumsal reformlarla ilişkileri nasıl biçimlenir? Bu son soruya biz de Türkiye örneğinden yola çıkarak güncel birkaç soru ekleyebiliriz. Seçilmişler örneğin İnsan Hakları Eylem Planı’nı uygulamaya geçirdiklerini ilan ettiklerinde plan yaşama geçmiş olur mu? Demokratik reformlar yurttaşları kategorilere ayırmaya olanak tanır mı? Söylem ile uygulama arasındaki mesafe demokrasilerde ne kadar olmalıdır? vs.

Siyasetin nasıl yapılandığını ve işlediğini görmek bakımından seçimle gelenlerin demokrasi “sevgisi” üzerine düşünmek çok önemli ve dergi ve dergiye katkı sunanlar bu anlamda oldukça önemli bir iş çıkarmış.

Dergide konu edilen bilimsel çalışmalar, seçilmişlerin müzakereci ortamlarda dahi diyaloğa çok az açık olduklarını, müsait olmadıklarını, yani müzakereyi zaman kaybı olarak gördüklerini ve en nihayetinde de müzakerenin illüzyondan öte bir şey olmadığını gösteriyor. Nitekim bizler de, muhalefetteyken ya da seçilmeden önce demokrasi havarisi kesilip demokrasinin yokluğundan dem vuranların, bir kez iktidarı ele geçirince ya da seçilince demokrasi gibi bir dertlerinin kalmayışına, hatta demokrasiyi hızla rafa kaldırdığına yüzlerce kez şahit olmadık mı?

Demokrasiyi demokratik yolları kullanarak ortadan kaldırma meselesini belki bir miktar da olsa geçmiş yıllarda, çeşitli vesilelerle tartıştık, ama “demokrasi sevgisi ve samimiyeti” meselesini neredeyse hiç konuşmadık bu ülkede. Zira, tartışmaların samimiyetle yapılamadığı ülkelerde pek konuşulamayan bir mesele bu. Bir kez seçilmeyegörsünler, vekillerimiz, belediye başkanlarımız, kendilerini işbaşına getiren demokratik mekanizmalara ne kadar sevgi duyarlar? Temsili demokrasi, katılımcı demokrasi, seçimlik demokrasi, delege sistemi, çoğulcu, çoğunlukçu, vs. Bu uzayıp giden listedeki sistemlerin hangilerini yaşama geçirme isteği ve arzusundadırlar? Muhalefette iken katılımcılığa ve çoğulculuğa vurgu yapanlar, iktidara gelince katılımcılık konusunda alerjik tavır gösterirler, en iyi ihtimalle çoğunlukçu anlayışları benimseyiverirler. Muhalefette yer aldıkları dönemlerde demokratik karar alma mekanizmalarının yaşama geçirilmesini savunup iktidara geldiklerinde “tek adam” sevdasına tutulmaları adeta kuraldır.

Demokrasiyi iktidarda da muhalefette de günlük yaşamda da savunabilmek, daha çok demokrasiyi içselleştirme ile alakalı olsa da aynı zamanda samimiyet ve tutarlılık mevzularından da uzak bir tartışma değil. Ve maalesef genel siyasetteki demokrasiye ilişkin bu samimiyetsizlik ve tutarsızlık her alana sirayet etmiş durumda. Sadece parti muhalefetinin, parlamentonun, hükümetin bir meselesi değil bu samimiyetsizlik. Bölüm başkanlığı seçimlerinden, sendika ve dernek seçimlerine, gündelik yaşamın her alanına nüfuz etmiş bir sorun. Hele de Türkiye gibi güce tapılan ülkelerde. Demokrasi teorisi konusunda muhteşem nutuklar atanların hem örgütsel faaliyetlerinde hem de gündelik yaşamlarında otoriterliğin kitabını yazdıklarına sizce kaç defa şahit olmuşuzdur?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa