18 Mart 2021 04:10

İşte “Eylem Planı”, Anlamayan Aklına Şaşsın!

Erdoğan

Fotoğraf: Murat Çetinmühürdar/TCCB/AA

Paylaş

Gösterişli bir tören eşliğinde açıklanan “insan hakları eylem planı”nın ürünleri birbiri ardına görülmeye başlandı. Tekel den dayatılan ne olursa olsun reddetmek suçtur! Hükmedilen, ferman buyrulan budur! Öğrenciler zorla rektör dayatmasına karşı mı duruyorlar koyun zindana gitsin; milletvekili “demokratik eşitlik”ten mi söz ediyor, indirin aşağı! Son seçimlerde altı milyondan fazla oy almış bir partinin yöneticileri, seçmen çoğunluğunun Kürt kökeninden söz ederek Kürtlerin ulusal haklarının tanınması gereğini mi dile getiriyor, “terörle iltisaklı” damgasıyla linççilerin önüne atın; tutuklayın, susturun ve hatta kapatın gitsin! 

Anımsanacaktır, Koçgirililere karşı girişilen kıyım Mecliste şiddetli tartışmalara neden olmuş, topal Osman çetelerinin mal-mülk vurgunları dahil kadın ve çocuklara yaptıkları zulüm zabıtlara geçmişti. 

Koçgiri ‘başkaldırısı’ ezildiğinde bitirildiği sanılan sorun 1924’lerde ve takip eden yıllarda yeniden “belaların en belalısı” olarak siyasetin ve askeri politikanın gündemindeydi.

Kurulan İstiklal Mahkemeleri“nin asıl hedefi Kürt isyancılardı: Ş. Sait ve arkadaşları yargıçların kararı ve fakat asıl makam sahiplerinin emirleriyle ipe çekildiler. Bu arada, şimdiki devlet yöneticilerinin sahipleneceklerini sandığımız K. Karabekir gibileri de neredeyse arada ipe çekilecekti ki, onları İsmet İnönü kurtarmış oldu. Kürtler ise Ağrı-Zilan olaylarında görüldü ki, “bir türlü akıllanmamışlar”dı! Bir Dersim “hedisesi” yaşandı ki, Ermenilere yönelik kitlesel katliam sonrası sürecin en kitlesel katliamıyla tarihe geçti. 13 bin küsur ölü, bir o kadar yaralı ve bir o kadardan fazlası da sürgün.

Sonrası mı, sonrasında bazı aydınların, gençlerin ve uslanmaz ağaların itirazları olduysa da bir suskunluk döneminden geçildi. “1960 ihtilali” Kürt’ü vurmaksızın eksik kalırdı. Sürgün ve topraklarına el koyma kararı bir süre sonra kendiliğindenliğe bırakıldı.

Ama bu kez de aşiret toplumu çözülmüş, kapitalist gelişme, önceki tarihsel dönemlerde ve başka halklarda olduğu üzere uluslaşma hareketini teşvik suçu işlemeye başlamıştı. Kimisi kültür ocakları adıyla kimisi siyasal grup ve partiler halinde çok sayıda Kürt siyasal oluşumu ortaya çıktı. Sonra, sonrasının bir ürünü de PKK oldu. Devlet aklı ve dili artık “bölücü terör“ tehlikesi ve tehdidiyle hareket eder ve konuşur oldu.

Büyük değişim ise, Kürt hareketinin bu örgütü de aşarak kitlesel bir güç halinde ulusal istemlerde bulunmasıydı. Newrozlarda yüzbinlere varan gösteriler yapıldı ve bunlardan birinde de şimdiki iktidar yöneticileriyle anlaşma halinde ortak islami değerlere, Türk-Kürt büyük coğrafyasına vurgularla sorun çözücü masajlar, bu kez yine devlet politikasının bir biçimi olarak sunuldu. “Barış olacak”tı; öyle deniyordu ve bayram davulları çalanların Türk-Kürt tarafları giderek çoğalmıştı. Mehmet Ağar gibi bir adam bile, “gelip ovada siyaset yapsınlar” demişti de, bin operasyonların şefinin bu sözlerine şaşıranlar bir hayliydi. On binlerce Kürt gencinin, birkaç bin “güvenlik elemanı”nın ölümüne yol açan çatışmaların biteceği beklentisi güçlenmeye başlamıştı ki, “Masa fasa fiso” dercesine, sandalyeler tekmelenerek savaş uçakları, tank ve toplar daha takviye kuvvetlerle harekete geçirildi. “Bir tek terörist kalmayana kadar savaşılacak”tı. O gün bugündür “terör örgütü” ve “onunla iltisaklı” olduğu iddiasıyla HDP’ye yönelik ezme ve etkisizleştirme siyaseti ivme yükselterek devam ediyor. 

Sorun ise ülke ve bölgeyle sınırlı olamayacak denli uluslararası özellik ve taraflar kazanmış duruma geldi. Bölge üzerine stratejik çıkarları için emperyalist büyük güçler de, bölgenin güçlü-güçsüz devletleri de Kürt siyasetini nasıl görüp nitelediklerinden bağımsız olarak Kürt sorununu istismarda birleştiler! Rakipler, karşı karşıyadırlar, sorunu karşıtlarına karşı kullanmaya çalışıyor ve kullanıyorlar. Ve Türkiye’yi yönetenler, şovenist-ırkçı çevreleri de yedekleyerek bu sorun üzerinden hem sorunu istismar ederek emekçilerin sermaye karşıtı mücadele birliğini baltalayıp sabote etme hem de Kürt siyasetini ve onun HDP gibi kurumsal özellik gösteren oluşumlarını yalnızlaştırıp etkisizleştirme amacıyla saldırıyı yoğunlaştırıyorlar.

Ama yukarıda söylendi, önceki yok etme, bir kez daha gündeme gelmemek üzere tarihe gömme taktik ve stratejisi bugün karşı karşıya olunan sonuçları engellemedi. Teknosilahların (militer ve propagandif) bolluğuyla daha etkin tarzda sürdürülen bugünkü operasyonun ürünlerinin ne olacağı ise yaşanıp görülecek. 

Ancak yine de söylenecekler var: Siyaset bilimi ve sınıf mücadelesi üzerine ortalama bilgi sahibi herhangi birinin olumlu yönde beklenti içinde olamayacağı “insan hakları eylem planı”nı insan haklarında iyileştirme işareti olarak pazarlayan medya havuzu daimi istihbaratçılarının propagandasına inanan dinleyici, izleyici ve okuyucuların bir kısmı da şimdi artık başka türlü düşünmeyi denemelidir. Çünkü, toplumu asar-ı atika mezarlığına çekmekle görevli kılınan “Asımın Nesli”ni de bulanık labirentlere mahkum edecek denli “yaratıcı” devlet iktidarı, haklarda iyileştirmeyi değil mücadele ile elde edileni de yok etmek için eyleme geçmiş bulunuyor. İşçilere, öğrenci gençlere, devrimci ve burjuva muhalif kesimlere, HDP’ye ve eleştirel milletvekillerine yönelik çember daraltma ve mengeneye sıkıştırma hamleleri buna işarettir. Sivri uç Kürt siyasetine yönelmiştir ama demokrat devrimci ve sosyalist örgütlenmeler başta olmak üzere hak mücadelesindeki tüm kesimler hedeftedir.

“Tek kişi kalmayana kadar savaş” politikasına bağlanmış memleket meselelerinin daha ağır sonuçlar doğurmasını kaçınılmazlaştıran yıkım, umutsuzluk, yılgınlık ve kaotik bulanıklığa rağmen sorunları baskı, şiddet ve yasakları artırarak çözme aklı ve eylemi yeni ve çeşitli ürün ve sonuçlarıyla toplumsal gündemde olmaya devam edecektir. Söylenmesi gereken ikinci önemli şey, burjuva devlet iktidarının Kürtlerin ulusal hak eşitliği talebine barışçıl ve demokratik bir yanıt vermesi yönündeki beklenti ve istemlerin, olağanüstü durumlar olmaksızın karşılık bulmadığı ve bulmayacağıdır. Üçüncü ve bizce en önemlisi ise, ülkenin ve bölgenin tüm işçi ve emekçileri başta olmak üzere siyasal demokratik hakların elde edilmesini önemseyen toplumsal kesimlerin emperyalist ve işbirlikçi tekelci burjuva tiranlığına karşı, halkların kardeşliği ve eşitliği için mücadelede birleşmeleridir. Bu olmaksızın halk kitlelerinin milliyetçi bariyerlerle bölünerek tekelci sermaye sultasını sürdürenlerin oyunları boşa çıkarılamaz ve siyasal özgürlükler kazanılamaz. Yüzyılı aşkın süredir gündemde olmaya devam eden ve üstelik de giderek artan şekilde yıkıcı sonuçların ortaya çıkmasının gerekçesi olarak istismar edilen bir sorunun sürdürülmekte olan baskı ve şiddet yöntem ve araçlarıyla ortadan kaldırılamayacağı çok açıktır. Çözücü güç tüm milliyetlerden emekçilerin birleşik gücü olacaktır ve olmalıdır. Barışçıl çözümler de ancak bu durumda mümkün olacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa