Ortada bir bilmece yok
Fotoğraf: Murat Kula/AA
HDP’nin kapatılması için açılan dava, Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi, bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi‘nin iptal edildiğinin açıklanması, gazetecilerin aydınların sokak ortalarında saldırıya uğraması, Boynukalın’ın şeyhülislam edasındaki açıklamaları, küçük ortağın yönetimine katillerin alınması vb. Bütün bunlar ve bunlara eklenebilecek diğer gerici gelişmeler neler oluyor, ülke nereye gidiyor sorusunun yeniden ve daha güçlü sorulmasına neden oldu. Bu sorular elbette haklı sorular ve aynı zamanda ülkenin geleceği ile ilgili ciddi bir kaygı duyan her yurttaşın endişelerini dile getiren sorular.
Sorular haklı ama ortada ülkenin nereye götürülmek istendiğine ilişkin bir bilmece, bir bilinmezlik yok. Tek adam yönetimi ülkeyi yasasız, kuralsız açık bir diktatörlüğe doğru sürüklüyor ve muhalefetin suskun kaldığı her durumda ileriye doğru bir adım atıyor. İktidar elinde tuttuğu devlet gücünü de kullanarak en gerici kesimlerle ilişkilerini tazeliyor ve yeniliyor. Politik islamın en gerici ögelerinden olan tarikatlarla İstanbul Sözleşmesi’nin iptali üzerinden bir nikah tazelendi. Dinciliğin ve milliyetçiliğin militan islam ayağı böylece sağlamlaştırıldı.
Milliyetçiliği -kimine göre azgın milliyetçilik- bayrak yapmış faşist partinin militanları, onun etrafına toplanmış mafya bozuntuları, yaşlı çakalın önderliğinde gazetecilere, aydınlara, politikacılara sokaklarda, meydanlarda saldırıyorlar, onlara tehditler savuruyorlar. Sivil faşist çetelerin 12 Eylül öncesini andıran eylem ve görüntülerle fütursuz bir biçimde ortalığa dökülmeleri de yakındır. Böylece 12 Eylül’ün faşist cuntasının rüyası olan Türk-İslam sentezi yeniden ve küçümsenmeyecek bir kitle tabanına sahip olarak kurulmuş olacak. Devlet ise zaten ellerinde ve bütün bu işleri kolaylaştıracak mekanizmalar devrede.
İktidarın neden bu yola başvurduğunda da bir bilinmezlik yoktur. İktidar ‘FETÖ’cüler şahsında militan bir kadro gücüne sahipti ve üstelik bu kadroların devlet içerisinde de etkin konumları bulunuyordu. Bu klikle girişilen iktidar kavgası sonucunda bu klik önemli ölçüde tasfiye edildi ve iktidar en militan kesimlerini kaybetmiş oldu. Bu boşluk eline satır alıp sokağa çıkacak birkaç itle kopukla doldurulabilecek bir boşluk değildi. Dinciliğin ılımlı kesimleri de iktidara bu desteği veremezdi ve vermedi. Böylece dinciliğin ve milliyetçiliğin militanlaşmaya hazır en gerici kesimleriyle yeniden nikah tazelemek, onlarla ne pahasına olursa olun iktidarda kalmanın yolunu açmak gerekiyordu. Bugün iktidarın yaptığı da budur.
Şimdi bu gerici faşist cephenin eylemlerinde kullandığı fon müziği de “insan hakları eylem planları, yeni ve sivil bir anayasa, ekonomik reform planları”dır. Ama artık bu ülkede yaşayan, olup bitenlerden sonuçlar çıkarabilen her yurttaş bu iktidarın böylesi planlarının insan haklarına saldırı dalgası, politik ortamın daha da gericileşmesi, halk için yaşam koşullarının daha da kötüye gitmesi anlamına geldiğini çok iyi bilmektedir. İktidarın başı, artık inişe geçtiğinin belgelenmesi gibi olan partisinin kongresinde bu “yeni anayasayı” şöyle tarif etti: “Millet nasıl yönetilmek istiyorsa öyle bir anayasa.” Onun milletten kastının kendilerine oy verip, destekleyenler –her gün biraz daha eriyen bir destek- olduğunu biliyoruz. Gerisi zaten “zillettir.” Güç yeterse yeni anayasa gerici, faşist koalisyonun keyfi fiili yönetiminin anayasal olarak vücut bulmuş hali olacaktır.
Gelişmeler bu yönde seyretmesine karşın CHP-İP muhalefeti salı günleri grup toplantılarında iktidara atıp tutma, diğer günlerde gezip dert dinleme çizgisinde bir muhalefet yapmakta, patlama noktasına gelmiş kitlelere sabır tavsiye etmekte, seçimlerde bütün dertlerin biteceği müjdesini vermektedir. Adeta armut pişecek ağızlarına düşecektir! Burada ya politik bir aptallık söz konusudur, ya da olupbitenden hiç bir şey anlamayan bir körlük söz konusudur. Hele hele bu olupbitende bir “erken seçim” belirtisi görmek ise tam bir pembe hayaldir. İktidarın ‘Adım at, güçlü bir tepki gelmezse daha ileri git’ taktiği seçimleri, yasallığı, anayasal meşruiyeti hiç kale almama taktiğidir ve buna karşı mücadele edilmezse faturası oldukça ağır olacaktır.
Burada düzen içi muhalefetten söz etmemiz yanlış yorumlanmamalıdır. Bunlar yurttaşların önemli bir kesimini etkiliyorlar ve onlara demokrasi vadediyorlar. O zaman onlara demokrasi için siz de mücadele edin, mücadele edilmeden kazanılacak bir şey olmayacaktır demek gerekiyor. Bu işin bir yanı, diğer yanı ise emek, demokrasi ve barış güçlerinin güçlü bir birlik kurmaları ve halkın temel taleplerini içeren bir eylem programı ile hareket etmeleridir. Böyle bir mücadele olmadan, bu mücadeleye girişilmeden demokratik hak ve özgürlükler, halk için barış kazanılamayacaktır. Ve bu mücadele ne kadar güçlü verilirse düzen içi muhalefette o kadar baskı altında kalacaktır. İşçi ve emekçiler her gün yeni bir mücadeleye atılıyor ve bu mücadelelerin yaygınlaşıp güçlenmesi için nesnel koşullar son derece elverişli. Bunlar da dikkate alındığında yaşanılan şu günlerde ataleti, vurdum duymazlığı, boş hayalleri, içi boş beklentileri bir yana fırlatıp atmak, dinci-faşist cephenin karşısına birleşik bir güçle çıkmak zamanıdır.
- Ücret asgari, yaşam sefalet 13 Aralık 2024 05:40
- Genel grev ve direnişi gerçeğe dönüştürmek için 06 Aralık 2024 06:15
- Birleşik ve genel mücadele için 29 Kasım 2024 06:55
- Siz ne diyorsunuz? 22 Kasım 2024 05:31
- Gelişmelerin anlamı üzerine 15 Kasım 2024 05:25
- Direnerek kazanmak 08 Kasım 2024 11:13
- Elde ne var? 01 Kasım 2024 05:05
- İktidara ve düzen partilerine güvensizlik 25 Ekim 2024 15:00
- Dışa karşı cephe, içe karşı cephedir 18 Ekim 2024 05:06
- Muhalefet sorunu 11 Ekim 2024 05:27
- ‘İç cephe’ kimlere karşı güçlendirilecek? 04 Ekim 2024 04:53
- Sorumluluk sizde 27 Eylül 2024 05:37