Vicdana ne ekersen o biçilir

Fotoğraf: MA
“Kadınlarımızın haklarını korumayı vicdanlarda değil kağıtlarda arayanlara söyleyeceklerimiz var” cümlesini kurdu Erdoğan. Partisinin 7 Kongresinde. Ticaret, inşaat, nakliyat, ihale, ihracat kazançlarını birer matematik kesinlikle anlattı. Ama gelip geçici yasalar dışında hukukla işi olmayan bir iktidar, İstanbul Sözleşmesi’nin kalıcı metnini kağıt diye küçümsüyordu. Hakları, AKP kalkınması ve ‘medeniyeti’ne payanda alt başlığıyla diye tartışmaya açılan kadın, her zamanki gibi ‘aileden tevarüs edilen değerler’in bekçiliğine, taşıyıcılığına atanıyordu. Kongre manifestosunun, 2023 vizyonsuzluğunun özeti bu oldu: Kadın hakları kadına ait bir varlık değildi, bunlar kadının vesayetini üstlenmeye amade muhatapların vicdanına devrediliyor, ama bir türlü ona sıra gelmiyordu.
‘Aileden tevarüs eden değerler’in hak, hukuk, yasa gibi somut düzenleyicilerin önüne geçirilmesi ilk kez olmuyor. Aile içindeki hiyerarşi, velayet ve bağımlılık ilişkileri, kadını baskılayan kontrol mekanizmalarının kendiliğinden meşruiyet kazandığı bir bağlamın güvencesi bu değerler. O yüzden karşısında akan sular duruyor/durduruluyor. Eşitliğin fazla bir maliyet çıkarmadan berhava edilebildiği, tarihin aşındırıcılığına dayanıklı bu yegane kavram, giderek hukuki mekanı da istila etmeye başladı. Kadının haklarını koruyan yasal kalkanlar iptal edildikçe toplumsal hayatın bütünü ‘tevarüs eden değerlerin’ havuzuna dönüştü.
Bu bağlamda kadının hayatını nasıl sürdüreceği hatta sürdürüp sürdüremeyeceği onun sürekli bu değerlerle sınandığı bir vasattan beslenen merhamete ve vicdana bırakılmış oluyor. Tek adamdan başlamak üzere polise, kocaya, babaya, komşulara kadar uzanan bir hiyerarşik silsile içine yayılmış bir makam vicdanının da taşıyıcısı.
İşin içine vicdan ve merhamet girince yasanın soğukluğunun yerini iyi duyguların alacağı varsayıldığı için kadının da toplum içinde bir duygu galvaniziyle korunduğu ima edilmektedir. Ne var ki vicdan mevcut koşullarda kadınla ilgili kararın ve yargının başkalarının keyfiyetine bırakılmasının duygusal gerekçesi olmuştur hep. Hukuktan kalan boşluğa yerleştirilmiştir.
Aileye/aileden miras değerlerin hep iyi, dayanışmacı, koruyucu, kollayıcı ve sevgi dolu olduğu da eski bir masaldır. Gerçekte aile toplumun ortalama değerlerini, siyaseten yapılandırılmış ilkelerini taşır. Kadının ekonomik olarak desteklenmediği, yasayla korunmadığı, güvencesiz ve eşitsiz bir toplumda ailenin tevarüs ettiği değer hep gericilik olmuştur. Bugün evin dört duvarını olduğu gibi ‘medeniyet’i de ayakta tutan bir harç olarak görülen ve kışkırtılan gericilik sayesinde kadınlar baskı altında tutulabiliyor. Dolayısıyla aile de iktidar ideolojisinin besi yeri haline getiriliyor. O halde geçen hafta boşanmak üzere olduğu eşini öldüren Besat Doğan ile onu adliye kapısında görünce “Adamın kralısın, rahat ol abi” diye selamlayan şakşakçısının yönettiği aileler vicdanın ya da insani başka bir şeyin yeşerdiği yerler olamaz. Olmamıştır da.
Gerçekte iktidarın aile değerlerine bunca övgü yapmasının hiç de vicdani olmayan nedenleri var. Püf noktası, manifestoda geçen “Şartlar ne olursa olsun birlik, beraberlik, dayanışma içinde olan aile fertlerinin sosyal ve ekonomik her türlü sıkıntının üstesinden gelmeyi başaracağı”nın iddia edildiği bu cümlede. Demek ki asıl meram her türlü maddi sıkıntıyı evin kapısından içeri tıkıştırdıktan sonra kadının sırtına yüklemek. Kriz etrafı yaka yıka derinleşirken; ev ekonomisini, bakım yükünü, ailenin sosyal ilişkilerini, geniş ailenin maddi ihtiyaçlarını üstlenmeye “Tevarüs edilmiş değer” deniyor. İkinci püf noktası ise yine aynı konuşmada var: “Heva’yı değil fıtratı önceleyen nesiller yetiştirmek için aileyi sağlama almak.” Heva nefis demek. Talep, istek olarak güncelleştirilebilir. Demek ki aile, özellikle emekçiler için nefsin terbiye edildiği, isteklerin ve talebin köreltildiği bir kurum olmalı. Çünkü devletin, emekçi evlerinde, tıpkı ebeveynleri gibi kendilerini de yoksulluğun beklediği neslin isteklerini sınırlamaya memur edilen kadına ihtiyacı var.
Kadın kendinden beklenen, hem kendine hem nesle ayar misyonunu üstlenmeyi reddettiği zaman ne olur peki? Kan çıkıyor, o belli. Kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin artması boşuna değil. Katile, adamın dibisin, kralısın diye alkış tutturan ruh hali, bir kadını betona gömdüren ortam, bir diğerini çocuğunun gözü önünde annesini katlettiren cüret kağıttan çıkmadı. Altında kaldığı yıkımın nedeni olarak kadının cılız haklarına işaret eden sistemin yapılandırdığı ve erkekleri suç ortağına çeviren özel ve toplumsal vicdandan çıktı. Vicdan öyle boş beleş bir alan değil, ne ekersen onu biçtiğin bir tarla çünkü.
Evlerden hevası kadını sindirmek olan bir “adamın kralı” çıkabiliyorsa giderek kağıda yazılacak bir şeyin kalmamasından, yazılı kağıtların da bir gecede iptal edilebilmesinden olabilir mi acaba? Oluyorsa, Besat Doğan gibi adamın krallarındaki vicdan ‘Memlekette öyle gezdirmez kimseyi…’
Evrensel'i Takip Et