28 Mart 2021 00:30

Esamesi yokken, uydurulmuş bir bahar günü

çiçeklerle dolu bir bahçe

Fotoğraf: Pixabay

PAZAR
Paylaş

“...

Sözcükler acımızı doldurmayacak.”

Bejan Matur

Oturdum yazının başına, kara kara düşünüyorum yine nereden başlamak lazım anlatmaya.

Mesela üç cilt yanıt vermek isterim Süleyman Soylu’nun “Kimse, ‘Benim başıma bu iş geldi ve devlet bana bu konuda duyarsız davrandı’ diyemez” cümlesine

İki oğlunu ve eşini kaybeden bir kadın, bir oğlu da cezaevinde, oturmuş Urfa Adliyesi önüne nöbete, sesi bunca ateş altında kaynıyor. Biri çıkıp “Şov yapıyor” diyor. Evlat acısı yanına bu kelimenin sakilliğini, utancını yazayım diyorum. Kelimeler yetecek mi kestiremiyorum.

Boğaziçi öğrencileri LGBTİ+ bayrağı yüzünden gözaltına alınıyor, gözaltını protesto edenler de gözaltına alınca bunu protesto için adliye önüne gelenler gözaltına alınıyor. Bunu nasıl anlatacaksın, başlığı bile iki satıra sığmıyor.

İstanbul Sözleşmesi masanın ortasına saplanmış satır gibi duruyor daha. Yaz yaz bitmiyor.

Çekilme kararından beri erkek şiddeti arşa vardı, kadınlara tehditler durulmuyor.

Aklımda bir kare kalmıştı, Hendek davasında önde bir sosyalist avukat, süreçle ilgili gümbür gümbür beyan verirken arkasında başörtülü hatta çarşaflı kadınlar sıraya dizilmiş, başlarıyla söylenenleri onaylıyor. Birileri, dilinden düşürmediği başörtülü bacıları bırakmış yolda, darda, zorda. İşveren kalkmış mahkemede iktidarla olan ilişkisini tehdit gibi savuruyor. Her şey sınıfsal, herkes nihayetinde sınıfına rücu eder. Bir sosyalist hiçbir emekçiyi bırakmaz yolda.

Davalarını kendi davası bilir. Yazasım var ama Hendek’i yazsan daha Hrant davası var, Çorlu, Cumartesi Anneleri, Demirtaş, Kavala, Gezi… Var ki var, adliyelerin gündemine bir günlük yazıyla yetişilmiyor.

Bir paragrafta özet geçeyim dediğim olaylar köşenin yarısını aldı götürdü bile. Cumartesi Kadıköy’e üç eylem çağrısı birden var.

Yazı size ulaşana kadar belki de bambaşka olaylar yaşanacak. Başımıza ne gelecek belli değil.

40 yıldır bir şekil başardığım yaşamak işi hiç bu kadar zor olmamıştı.

Sözcükler acımızı doldurmayacak.

Çaresizdim,

Sultan Gülsün’ün dizelerinde “düş personeli”ne rastladım. *

...

Bir ölünün ardından

kaç asır

daha bakılır velhasıl?

Yaşamayı diler gibiyim.

Herhangi bir duvarda,

şair, savaşı durdurmakla yükümlü

düş personelidir.

...

Bu pazar vazife bu olsun, biraz düş kuralım:

Mesela uyanmışız alarmsız, çayı demliğe koyarken televizyonun düğmesine basmışız.

TRT’de müzik programı var, her yöreye özgü yerel, el yapımı enstrümanlar tanıtılıyor. Dünyaca ünlü müzisyenlerimizle yerel sanatçıları eşlemişler, düet yaptırıyorlar. Dinlerken bir yandan masayı kuralım.

Tam yağlı beyaz peynirimiz ağzımıza layık. Kilosu 5 lira, Hopa çay 6, Edremit Zeytin 3.5, domatesler mis kokulu kilosu bir buçuğa.

Şimdi sıcak ekmek almaya çıkalım, bugün pazar yanında iki simit de hakkımız. Üçü bir buçuğa.

Büfeden gazeteleri de alırız. En az 4-5 gazete, köşe yazarları, seyahat ekleri, bulmacası derken kahve keyfine de yetişir.

Pandemi yok, iklim krizi de kontrol altında.

Eve dönerken komşu seslenir “Hava pek güzel, 3 numarayla yediyi çağırsak da bir pikniğe mi çıksak öğlen üç gibi?”

Çünkü ilkokul müfredatında da öğretildiği üzere komşuluk toplumun en küçük birimidir. Eskiden aile sanılırdı ama bu mevhumu çoktan tartışıp aşmışız. Olursa olur, olmazsa tek başınalık her zaman yalnızlık değil bazen de tercihtir.

7 numaradaki Vildan Abla’nın dolmuşuna doluşuyoruz, dolmuşumuz motoruna kadar harbiden yerli malı. Vildan Abla otomotivden emekli ustabaşı.

Necdet, elleriyle su böreği açmış nasıl becerdiyse üç saatte, hamarat adam.

Senem, kendi bağının üzümünden şarapları atmış bir sepete, düşüyoruz sahil yoluna hep birlikte.

Tüm sahil boyu kamuya açılmıştır ve denizin kıyısından yürümeyi engelleyecek şekilde inşaat yasaktır.

O yüzden halka ait geniş yeşil alanda gözümüze kestirdiğimiz ve bir zamanlar kimselere kestirmediğimiz kocaman bir çınarın altına seriyoruz örtümüzü.

Örtümüz çiçekli pazen. Sümerbank’ın yeniden üretime başlaması şerefine çıkan o ilk seriden. Çok renkli, gökkuşağı desenli.

Herkes getirdiklerini çıkarıyor, bir de etrafı rahatsız etmeyen bir hoparlör seti koyuyoruz ortaya.

Bunu üniversitenin kuluçka merkezinde ürettiler. Bir sürü ufak kulaklık var, hoparlöre bağlı. Ses dışarı gitmiyor ama ayarlanınca kulaklıktan da fon müziği gibi duyuluyor,

Böylece bizim ekip aynı şarkıyı dinlerken bir yandan sohbet de edebilecek. Senem bu işin ihracatıyla uğraşıyor, bağlar şaraplar hobisi.

Bakıyoruz az ileride, serbest kürsü açılmış.

Bu parklarda iki tür serbest alan vardır. Bazılarında tek kişilik mikrofon bulunur, herkes dilediğini söyler. Söylenen her şey yargıdan muaftır. Zaten neden olmasın ki?

Diğer serbest alan münazara için. Burada iki ila altı kişi bir konuyu iki karşıt fikirle savunabilir.

Dinleyiciler de çimenlere yayılır dinler, alkışlanan oturumlara 1 saate kadar izin vardır, hiç alkış gelmezse mikrofon, sesi yirmi dakika sonra keser.

Bir de açık dans alanı var o başka.

Burada tüm amatör müzik grupları konser verebilir. Dans alanında insanlar kendine bir eş bulup dansa kaldırabilir.

Hareketli parçalarda herkes kendine dans eder, yalnızların da canı dans çeker, buralar en çok onlar içindir.

Biraz atıştırır, biraz söyleşiriz sonra belki serbest kürsü dinler, biraz da dans ederiz.

Rehavet çökerse uzanır kitap okur, şarap çarparsa çimenlere uzanır biraz gözlerimizi dinlendiririz.

Parkın, her birinin devlet veterinerliğinde karnesi olan, düzenli sağlık kontrolleri yapılan evcil hayvanları yanaşır belki, azıcık da onlarla oynarız.

Yaz gelse de şuracıktan yine denize girsek diye düşünür, bir zamanlar nasıl da Boğaz’ı sadece seyredip yüzemediğimize şaşarız.

Güneşi batırınca döneriz evlerimize.

Her pazar ödüllü filmler kuşağı vardır, kaçırmak istemeyiz.

Kültür Bakanlığı bütçesi arttıktan sonra bir başka oldu sinemamız.

Devlet tiyatrolarında da locadan seyretmek 6 lira, sair koltuklar 2.

Asgari ücret sadece 4 bin ama dolar da 1.2. Zaten temel ihtiyaçların fiyatları da (yukarıda biraz saydık) belli.

Eğitim ve sağlık tamamen ücretsiz olup elektrik, su ve doğal gaz faturası da ortadan kalkınca 4 bin liranın getirdiği yaşam kalitesi arşa vardı.

Doğum izni 6. aydan sonra anne ve baba arasında bölüşülebiliyor toplamı 18 ay.

Her sokakta 1 kreş var. 18. aydan sonra ücretsiz olarak gündüz bakım hizmetini devlet üzerine alıyor.

Anneanne-babaanneler bakıcılıktan azad olmuş, hobileriyle ikinci bahar yaşıyor. Parklar bu yüzden her yaştan mutlu, huzurlu insanla kaynıyor.

Böyle bir emekli ustabaşı kadın, hamarat bir heykeltıraş ve bir beyaz yaka bir apartmanı aynı yaşam standardında paylaşabiliyor.

Hikayesini yazınca kulağa pek toplumcu gerçekçi gelmiyor ama hayal kurmazsak da güzel bir dünyaya olan inanç köreliyor.

Canımız çok sıkkın, canımız burnumuzda biliyorum ama bu pazar baharı tadalım istedim, esamesi yoktu, uyduruverdim.

Her şey şairler yüzünden oldu:

Ağzında şeker tülbendiyle

Akdeniz’i ağlamadan geçmek zorunda kalan

kız çocuklarının şarkısı;

Elbette gül bahçeleri gömülü kalbimizde.

paslanmış beşiklere yaslanıp açan

inatçı güllerden bir neşe.*

*Sultan Gülsün, Lillipütyen, Manos (Sennur Sezer Emek ve Direniş Ödülü 2020)

**Bejan Matur, Dünya Güzeldir Hala,

Everest Yayınları

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa