29 Mart 2021 01:01

Güç sarhoşluğundan hayal kırıklığına

AKP'nin 7. olağan kongresinden bir fotoğraf.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Yeni bir haftaya, gece uyumadan Resmi Gazete’ye bakma refleksi kazanmış, kasti faullerin iktidar açısından oyunun kuralı haline geldiği bir siyaset zemininde yürüdüğümüzü daha iyi kavramış olarak giriyoruz.

Muhalefetin direnç noktalarını zayıflatmak için yaptığı hamlelerin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı gibi noktalara varmış olması, iktidar açısından güç sarhoşluğunun aslında epey zamandır yerini hayal kırıklığına bıraktığının bir göstergesi.

Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, HDP hakkındaki kapatma davası, Merkez Bankası başkanının görevden alınması ve Gezi Parkı’nın mülkiyetinin Vakıflara devri, iktidarın, rıza üretme kapasitesinin erozyona uğradığının ortaya çıkmasıyla birlikte başvurduğu yöntemlerle uyumluydu. Hatta İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme adımıyla benzer motivasyonun kaynağı olan Ayasofya kararı bile. Ancak, kendi tabanındaki kadınlar arasında da tartışma yaratma potansiyeline sahip olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı Erdoğan için, kendi dışına doğru açılma yeteneğini kaybetmiş olduğunun ve artık hamlelerini kendi tabanının en radikal kesimlerini konsolide etmek üzerine kurduğunun bir itirafı oldu. Yani ortada sadece bir meydan okuma yok, aynı zamanda iktidarın sahip olduğu güçle bu gücün oy karşılığı ve kitle desteği arasındaki makasın gittikçe açılmasının yol açtığı hayal kırıklığı var. 

Yeni bir hikaye kurma yeteneğini yitirdiğini, partisinin son kongresinde de gördüğümüz Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı için, “Bu iş böylece bitmiştir” dese de, hemen ardından kadın örgütlerinin çağrıları ile Türkiye’nin birçok kentinde gerçekleşen ve devam eden protestolar durumun hiç de öyle olmadığını gösteriyor.

Kendi özgünlüğü içinde ‘kayyum rektör’ hamlesine karşı Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenlerinin devam eden eylemli itirazlarını da benzer biçimde okuyabiliriz.

“Adam ne istiyorsa yapıyor”, “Muhalefeti tam olarak ezmeden durmayacak” gibi algılar, iktidarın zincirleme hamlelerinin yol açtığı kasvetli ortamdan besleniyor ve bir noktaya kadar anlaşılabilir. Ancak sözün sonunu bu şekilde bağlamak, iktidardan kurtulma stratejisini bir ittifak matematiğine indirgemek kadar problemli.

İktidarın HDP’li belediyelere art arta kayyum atama kararı ve son yerel seçimlerde İstanbul seçimlerinin yenilenmesi için yaptıkları zaten kendisini zorlayacak sandık iradesi karşısında bundan sonra yapacaklarının teminatı anlamına geliyordu. Bazı kentlerin sınırlarında yapılan değişikliklerin de, kitabına uydurduğu bir seçim sistemiyle kazanmayı hesap ettiği bir seçime hazırlık tasarrufu olduğu açık. Dolayısıyla sandığın artık hiçbir anlamı kalmadığı kuşkusuz iddia edilemez ama -öyle olsa zaten iktidarın bu kadar yeni numarasına gerek kalmazdı- umutları sandığa bağlama yönündeki bir muhalefet stratejisi de bu ülkenin yarını açısından daha aydınlık bir geleceği garanti edemez.

Daha öncesinden başlayan ve ‘tek adam’ yönetimiyle pekiştirilen siyaset tarzı, görmesini bilen herkes açısından, mücadelesi bir toplumsal zemin üzerinde yükselmeyen siyasal sonuçların gelecek vadedemeyeceğini fazlasıyla gösteriyor. Kökleri daha eski olsa da, modern zamanlar bakımından 200-250 yıllık bir geçmişe sahip olunan temel hak ve özgürlüklerin artık hükümsüz sayılabildiği bir zamanda isek önce bu gerçeği görerek bir strateji kurmak gerekiyor.

Yeniden dönmek üzere biraz geriye gidelim. 12 Eylül darbesinden, 1980’li yılların ikinci yarısına kadar işçiler grev yapamıyordu. Ancak 18 Kasım 1986’da başlayan ve 93 gün süren NETAŞ grevi, işçi sınıfının hafızasını tazelerken, 1989 Bahar Eylemleri’nin de habercisi oldu.

Ardından greve katılan işçi sayısı ve grevde geçen gün sayısı bakımından canlı yıllar olarak yaşanır 1990’lı yıllar. 1990-91 yıllarında yüz binlerce işçi grevlere katılır. 3 Ocak 1991’deki genel grev bunların zirvesi olur. Hükümet, 1. Körfez Savaşı gerekçesiyle grevleri yasaklasa da, kamu ve özel sektörde 200 bine yakın işçi greve çıkar.

Zonguldak maden işçilerinin 1991’deki Ankara yürüyüşü durdurulmuş olsa da yol açtığı kazanımlar bakımından etkiler bırakır. ANAP Hükümetinin Meclisteki çoğunluğunu kaybederek düşmesi bu grev dalgasının arkasından gerçekleşmiştir. Mesut Yılmaz’ın Türk-İş’in 1993’teki genel kurulunda Türk-İş delegelerinin önündeki; “İktidardan bizi siz düşürdünüz. Sizin bizi yeniden iktidara getirmenizi istiyorum,” sözleri bu gerçeğin bir itirafıdır.

AKP iktidarı döneminde 17 grevin yasaklanmış olması, iktidarın Gezi eylemleri üzerine ‘darbe girişimi’ iddianamesi kurması, kadın eylemleri ve Boğaziçi protestoları karşısındaki şiddete dayalı bastırma çabası, HDP’yi kapatma davası hep aynı korkudan besleniyor.

İktidarın güç sarhoşluğundan hayal kırıklığına varmış olduğunu gösteren yeni hamleleri karşısında, muhalefetin bakması gereken yeri tartışırken tüm bunları hatırlamak faydalı olabilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa