‘Sivil’ faşist!

Devlet Bahçeli | Fotoğraf: Emin Sansar/AA
Devlet Bahçeli, salı günkü Meclis grup toplantısında 2023 için 5 stratejik hedef açıklamıştı.
Bu hedefleri, “Türk tipi başkanlığı kökleştirmek”, “Yeni yönetim sisteminin ruhuna uygun bir anayasa yapmak”, “Yerli ve milli ekonomik sistem inşa etmek”, “Terörle mücadeleyi sonuna kadar götürmek” ve “Ülke, bölge ve küresel düzeyde barış ve istikrarı sağlamak” biçiminde sıralamıştı.
Anayasa Mahkemesinin HDP’nin kapatılması talebiyle hazırlanan iddianameyi “usul eksikliği” gerekçesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iade kararı sonrasında Bahçeli’nin gösterdiği tepki, 2023 için açıkladığı stratejik hedeflerin daha görünür olmasını sağladı.
Bilindiği gibi önce Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Saray’da ziyareti sonrasında HDP’ye karşı Kobanê İddianamesi hazırlanmış ve ardından da Bahçeli’nin “HDP’nin kapısına kilit vurulması” çağrıları sonrasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin tarafından HDP hakkında kapatma davası açılmıştı.
İşte Bahçeli, Anayasa Mahkemesinin iade kararı sonrasında bu kez “HDP’nin kapatılması kadar Anayasa Mahkemesinin de kapanmasının artık ertelenemez bir hedef” olduğunu açıkladı.
Bahçeli’nin bu açıklaması, hem “Türk tipi başkanlık sistemi” ve hem de bu sistemin kökleşmesi için yapılması amaçlanan anayasa hakkında yeterince fikir vericidir.
“Türk tipi başkanlık”; sadece yürütmenin değil, yasama ve yargının da ‘tek adam’a bağlandığı bir dikta rejimidir. “Sivil anayasa” gibi söylemlerle makyajlanmaya çalışılan yeni anayasa, bütün yetkilerin ‘Tek adam’da toplanmasının önünde engel oluşturan kurumların tasfiyesini amaçlamaktadır. Erdoğan iktidarının, Demirtaş ve Kavala ile ilgili “hak ihlali” kararlarında olduğu gibi işine gelmeyen kararlar aldığında bu kararları uygulamayacağını açık açık ilan ettiği Anayasa Mahkemesi de bu kurumlardan biridir. Düşünün ki bugün Cumhurbaşkanı, bir kararname ile kamunun en büyük işletmelerini ‘Varlık Fonu’ altında birleştiriyor. Ama bu kararname ile Varlık Fonunu denetleme yetkisine sahip olan Cumhurbaşkanı, aynı zamanda bu fonun yönetim kurulunun da başkanlığını yapıyor. Yani hem yürütmenin başında bulunuyor ve hem de yürütmeyi denetleme yetkisini elinde topluyor. Ya da daha önce rektör atamalarında da görüldüğü gibi, istediği kuruma kimi atamak istiyorsa eğer bu isteğin önünde yasal engel varsa bu engeller kararnameler ile bir gecede ortadan kaldırılıyor. Ancak Türk tipi başkanlık için bunlar da yeterli görülmüyor.
Bahçeli’nin “yerli ve milli ekonomi”si de yeni rejimin inşası sürecinde kader birliği yapılan tekelci sermaye gruplarına daha fazla hizmetten öte bir şey ifade etmiyor. Mesela Dünya Bankası verilerine göre, son 18 yılda dünyada en fazla kamu ihalesi alan 10 şirketin 5’inin Türkiye’de olması (Limak, Cengiz, Kolin, Kalyon, MNG) ve bunların toplam ihale tutarının 203 milyar doları bulması konusunda Bahçeli’den bir tek eleştiri duyan var mı? Bahçeli’nin “yerli ve milli ekonomi” programı, Erdoğan iktidarının uyguladığı programdır ve grev yasaklarından ihalelere devletin bütün olanaklarının sermayenin hizmetine sunulmasına dayanmaktadır. Bu “yerli ve milli ekonomi” programından işçi-emekçilerin payına düşen ise ‘askıda ekmek’ten fazlası değildir!
Bahçeli’nin “terörle mücadele” hedefinin ne olduğu bir sır değil. Bahçeli’nin tek adam iktidarının kurulması yönünde Erdoğan’a destek vermeye başladığı dönemden bu yana zaten bu politika uygulanıyor. Bu politika içeride KHK’ler, OHAL yönetimi, her türlü demokratik hak ve eylemlerin yasaklanması, gözaltı ve tutuklamaların yaygınlaştırılması, kayyumlar, iktidarın politikalarına karşı olan kurumların “terörizm destekçiliği” üzerinden hedefe konması, medya üzerinde baskı ve sansür, parti kapatmalar vs. biçiminde uygulanıyor. Dışarıda ise, “terörle mücadele”, “milli güvenlik”, “milli çıkarlar” adı altında tekelci burjuvazinin yayılmacı emelleri doğrultusunda operasyonların gerçekleştirilmesi ve cihatçı çetelerin beslenip desteklenmesinde hayat buluyor.
“Ülke, bölge ve dünyada barış ve istikrar” hedefi, yukarıdaki hedeflerle birlikte ele alındığında aslında nizam-ı alem (Dünyaya düzen verme), başka bir deyişle içeride baskı ve dışarıda yayılmacı-saldırgan politikalar üzerinden “Dünyada söz sahibi olacak güçlü Türkiye’yi kurma” iddiasından başka bir şey değildir -ki, halkı aldatmaya yönelik böylesi söylem ve iddialar, faşist rejim ve partilerin karakteristik bir özelliğidir.
Hiç kuşkusuz MHP, Türkiye’de sivil faşist hareketin mirası üzerine kurulan ve bu mirasın devamcısı konumundaki en önemli siyasi harekettir. Alpaslan Türkeş’ten sonra partinin başına geçen Bahçeli, 2000’li yılların başlarında değişip değişmedikleri sorusuna “Değişmedik, geliştik” yanıtını vermişti -ki, haksız sayılmazdı. Faşist bir rejim inşası için uzun yıllar askeri darbelere umut bağlayan MHP, bugün belki tarihinde ilk kez tekelci burjuva gericiliğin azımsanmayacak bir kesiminden ve onların siyasi temsilcilerinden (Erdoğan iktidarı) böylesine itibar görüp fiilen iktidarın ortağı konumunda bulunuyor.
Unutmamak gerekir ki, Bahçeli’nin açıkladığı hedefler sadece kendisinin ya da partisinin hedefleri değildir. Her fırsatta Bahçeli’ye teşekkür eden Erdoğan da AKP’nin son genel kongresinde bir kez daha 2023 hedeflerine birlikte yürüyeceklerini ilan etmişti.
Bahçeli’nin son açıklamaları, sözcülüğünü yaptığı iktidarın 2023 hedefinin faşist bir rejim inşası olduğunu daha görünür hale getirmiştir. Şimdi artık mesele işçi sınıfı ve halk güçlerinin bu faşist inşayı yenilgiye uğratıp halkın egemenliğine dayalı demokratik bir gelecek kurmak için güç ve mücadelelerini birleştirip birleştiremeyeceklerinde düğümleniyor.
Evrensel'i Takip Et